31 Ekim 2009 Cumartesi

DOMUZ, GARİBİ FENA VURDU
Mustafa Nevruz SINACI
Evet, öteki Türkiye fena halde domuz garibi!...
Zuhuratın (ilk görülme) tarihi yarım asrı buluyor. Gerçekte bir nüksetme hadisesi!.. İsterseniz son zamanlarda vaki en belirgin tespit ve teşhislerden bir örnek vereyim:
“Burdur Cumhuriyet Başsavcısı Ali Nevzat Açıkgöz, ‘2009 Adli Yılı’ açılış töreninde yaptığı konuşmada şöyle dedi: “İddia ediyorum ki, iki yıl ülkemizde yolsuzluk ve hırsızlık yapılmasın, Türkiye ekonomik açıdan şahlanma dönemine girecektir.” (Prof. Dr. İsa Kayacan, Oğuzeli Gazetesi, Bucak- Burdur 10 Eylül 2009)
Lütfen heyecanlanmayın ve yanlış da anlamayın.
Burada bahse konu, tıpkı küresel ekonomik kriz gibi, ülke dışında yaşanan müzmin pislik, hırsızlık, yolsuzluk, yağma, yalan-talan ve her türden namussuzluk sonucu oluşan ve neticede bize de bulaşan “domuz gribi” değil! Daha beter, daha rezil, işkenceyle süründüren, zalimi âbad eden, mazlumu sürünerek öldüren cinsten..
Aslında benzer bir melanet.
Peki nedir?
Cevap, hani bir ATA sözümüz var ya: “Devletin malı deniz, yemeyen domuz”
Bir sivil toplum kuruluşu bunu 2000yılında, “Devletin malı deniz, hırsızlık, haksızlık ve yolsuzluk yapan domuz” biçiminde tescil ve tasdik ettirerek “İnsanlık Forumu Vizyon ve Misyon Deklerasyonu” başlığını taşıyan açıklama biçiminde bütün Türkiye de yüz binlerce nüsha dağıttı. ((Ankara C. Başsavcılığı’nın izni ve Valiliğin (Em. Md.lüğü 26.02.200 tarih ve…/10865 Sayılı) onayı ile))
Zira o dönemlerde de “domuz garibi üretme operasyonları” baş döndüren bir hızla sürüyordu. Öyle ki, bankalar hortumlanıyor, parlamenter borsaları açılıyor, üçkâğıtçılıktan (borsa, faiz, döviz) muazzam vurgunlar vuruluyor, özelleştirmelerden en az % 50 pay ve asgari % 20 hisse gasp ediliyor; Yalan-talan,soygun-vurgun tam bir çılgınlıkla sürüyordu…..
Gerçekte bu ATA sözü, yüce dinimizin “kul hakkı’na” ilişkin hükümlerine dayanır.
Kul hakkı, geniş ve derin bir kavramdır.
Çoğu âlim ona İslâm’ın (Müslüman olmanın ve Müslüman kalmanın) şartı; Bir kısım ulema da İman’ın (İslâm’ı fiilen yaşamanın) şartı der. Bana göre her ikisi de (yer, durum ve derecesine göre) doğrudur. Zira özel haller dışında, genelde kulun bedeni, can ve malına vaki tecavüzler maddî hukuk, insanların iç dünyası, ilke, inanç ve ruh yapısına verilen zararlar ise manevî hukuk bağlamında mütalâa olunur. Gerçekte bu mütalâa yanlıştır. Çünkü ileri-modern (çağdışı-kadük) güncel hukuk anlayışına nazaran, kadim hukuk kuramı baz alınarak objektif norm ve evrensel kriterlere vurulduğunda yanlışlık apaçık ortaya çıkar. Yani hukuk, “HAK” ve “ADALET” kavramından hareketle, maddi-manevi, ispat ve tespiti kabil her suçu kapsar.
Konuyu açabilmek için bazı Kur-an ayetlerine bakalım:
“Kim bir nefsi, kısas yahut yeryüzünde fesat çıkarma sebeplerinin biri olmaksızın öldürürse bütün insanları öldürmüş gibidir.” (Mâide Sûresi, 32)
Bu bağlamda, ülkemizde idam cezasının kaldırılmış olması; İnsan hakları, adalet ve objektif hukuka aykırı olup, namuslu-dürüst, iyi insan ve iyi vatandaşlara karşı işlenmiş bir suçtur. İdam cezası, “lüzum gördüklerini” gizlice infaz eden ikiyüzlü AB hariç olmak üzere; ABD dâhil dünyanın bütün devletlerinde vardır.
Şu işe bakın ki, sözde “İdam cezası” bulunmayan AB’de demokrasi yoktur.
Meselâ: Allah yolunda can verip Şehitlik mertebesine erişen bir mümin (ki, ibadette daim, namazında-niyazında olmayana şehit denilemez, bu mertebe ile anılamaz ve şehitmiş gibi muamele edilemez) bunun büyük mükâfatını görmekle birlikte, kul hakkı ve kullara olan borçlarından kurtulamaz. Zira kul hakkının affını Cenâb-ı Hak mağdur kula bırakmıştır. (yani, devlet ‘hükümetler’ kul hakkını şamil/kapsayan af’lar çıkartamaz) Keza, samimi tövbe eden bir müminin de geçmiş günahları affolunur, ama kul hakkı bu affa girmez
Af kurumu, öncelikle ve mutlaka mağdurun müracaatını zorunlu kılar.
Mağdur veya maktul’ün hukuki ve manevi vekili (hayatta olan en yakın akrabası) af ve bu hususu mercie beyan etmedikçe, failin fiili suç, kendisi suçlu olmaktan çıkamaz ve suçuna tam karşılık gelmek koşuluyla hükmolunan cezadan kurtulamaz.
“Tövbekâr olanlar hakkında hukukullah dâvâsı güdülmez. Ancak hukuk-u şahsiye dâvası kalır.” (Hak Dini Kur’an Dili) Burada helâlaşma şartı mutlaktır. Aksi takdirde bir kimse, hak sahibinden helâllik almadıkça günahının cezasından kurtulamaz. Kur-an da, kullar arasındaki adalet esaslarını tespit eden birçok ayet den sonra;
“İşte bu Allah’ın hudududur, onu tecavüz etmeyin.” mealinde İlâhî ikaz gelir.
Demek ki, kul hakkını çiğnemek, Allah’ın hududuna tecavüz etmektir.
Bu hâl ve hakikatin “gece-gündüz” haram, yalan ve talan peşinde koşan, zahirde sureti haktan görünüp, gerçekte güruha mensup, “mürai, münafık ve din tüccarlarına” anlatılması; Hak cihazı, hukuk ve adalet mekanizması kullanılarak toplumdan tart edilmesi görevi, başta âlim ve bilhassa amirlere ait bir vazifedir.
Halk ise: Bilinen ve belli olan hırsız, yolsuz, rüşvetçi, suiistimalci, kaçakçı, kıyakçı, sahteci, anarşist, terörist, (bunların yardım ve yatakçıları) zalim, mücrim, ahlâksız, adaletsiz, namussuzlar ile bunların bileşenlerini (tamamlayıcı ve bütünleyici unsurlarını), bir başka deyişle mütemmim cüzlerini dışlamak, insan yerine koymamak, mümkün olduğu kadar hayat ve muhitinden uzaklaştırmak zorundadır.
DOMUZLARDAN KURTULMANIN YOLU BUDUR.
Artık “devletin malı deniz, yemeyen domuz” diyen, kime iltica edecek (sığınacak) ve kimden yardım dileyecek? Bilumum gerici-yobaz ve fanatik mürteci savlarının aksine insan, Allah’ın kuludur. O’nun hukukuna riayetsizlik ise, sonuçta İlâhî azap nedenidir…
Tövbe kapısı hariç, bundan kurtuluş yolu yoktur.
İşte bu noktada hukuklar birleşir.
Bu nedenle AKP hükümetinden beklenen ilk icraat: “Temiz Ekler Operasyonu” idi.
Olmadı. Olmaması halk üzerinde çok büyük bir hayal kırıklığına yol açtı.
Kirli eller: Yani domuz, kene, bit-pire ve vampir taifesini ise çok sevindirdi.
Yani kısaca: BİLİNMELİDİR Kİ;
Başta İnsan olmak üzere, hayvanlar ve canlıların yaşam alanı, bu alan ile kaim imkân, ihtiyaç, kaynak, dayanak ve-sair maddi-manevi unsurların; Rüşvet-iltimas, gasp, irtikap, görevi kötüye kullanma, hırsızlık-yolsuzluk-suiistimal, fahiş fiyat-pahalılık, haksız edinim, adaletsiz vergi, kayıt-kapsam dışılık, kaçakçılık gibi “Domuzların iştigaline dâhil” haksız edinim ve kul hakkı tecavüzlerinden mütevellit öteki Türkiyeli “Domuz Garibi” fakir-fukara, garip-guraba, masum ve müsemma vatandaşların hak’ını teslim, Hükümet, Adalet (yargı) ve hak-hukuk mabedi TBMM’nin mutlak görevidir!....
ÖYLE İSE:
Adalet ahlâkını kaim, hukuk’u hâkim ve bozulan-sarsılan hak dengelerini tesis; Öncelikli ve yegâne “AÇILIM” olmak zorunda değil mi? Gayrisi meşru değildir biline. */*
AÇILIMLAR; MİLLİ BİRLİK VE
KARDEŞLİK PROJESİ
Mustafa Nevruz SINACI
Şimdi “demokratik açılımın” adı “milli birlik ve kardeşlik projesi” oldu.
Bu iyi. Demek ki bundan böyle kendi parmağımızı kesmeyecek, ayağımızı çıngıraklı yılan deliğine sokmayacak, boşu boşuna belâya bulaşmayacak ve kendi hayatımıza kendi ellerimizle kastetmeyeceğiz. İnşâllah!...
Milli Birlik Beraberlik ve Kardeşlik Projesi…
Demek ki artık, adına Türkiye Cumhuriyeti denilen bu beden, bu ruh bizim.
Üç buçuk sergerde, eli kanlı maşa ve menfur işlerle iştigal kirli eller uğruna haneyi harap, tahrip, tarumar etmeye (cüret’e) hak sahibi olunmadığı bilindi ve idrak edildi her hal…
Asırlık misafirleri de haneden çıkarmaya gerek yok…. Çünkü: Milli birlik, kardeşlik ve barış her şeyi galiptir. Anlaşılan biraz olsun kendimize geldik ve hakikatin farkına vardık.
“BİZ BİR MİLLET VE DEVLETİZ”
Recep’in, yüksek frekansta seslendirdiği projenin anlamı bu!..
Düşünmek bile istemeyiz. Ama “bütün ana diller yerine ‘sadece Kürtçe’ yayın yapan kanalın kurulması gibi” veya “Anadolu medeniyetleri Enstitüsü yerine, salt Kürt Enstitüsü kurmak gibi” bilim, akıl-mantık veya mezkür “milli siyaset’in” inadına aksi yapılırsa ne olur?
Allah’ın mahlûkatında O’nun rızası dışında tasarrufa kalkışılmış olunur.
Buysa hem objektif ve evrensel hukuk’a ve hem de Hukukullah’a (Allah’ın hak ve hukukuna) karşı isyan, hem de kul hakkını ihlâl olur ki, aynı fiil ile iki hukuka birden fena halde tecavüz edilmiş olunur.
Milletin maddî ve manevi hukukuna en büyük tecavüz olan, “öldürme, ayırma, bölme” kastıyla kurulmuş, İnsanın yaşama hakkına son verme, onun bu kâinatla olan bütün bağlarını kopartma, münasebetlerini bir anda kesip atma, kulu, Rabbine ibadetten alıkoyma, İlâhî eser, tefekkür, rahmanî nimetlere şükürden menetme kastıyla cinayet işleyen, Allah’ı tespih eden bedeni yetmiş trilyona yakın hücresi ile bütün tespihlerini bir kurşunla delip geçme, yahut bir bıçakla kesip atma ihanetine düşmüş olanları; Af ve atıfetle himaye ve hakiki hak sahibi şehit yakınları, Gaziler ve topyekün millete rağmen kucaklama vatana ihanettir..
Çok iyi bilirsiniz ki: Fıkıh âlimleri infazın üç yerde (masum, mazlum, illa mağdur ve muhatabın affı vuku bulmadıkça) caiz ve zorunlu olduğunu söylerler.
1. İmandan sonra küfre girmek., 2. Evli olduğu halde zina etmek ve., 3. Haksız yere bir insanın kanına girmek. Bunlar dışında insan hayatına son verilemez ve fakat mağdur affetmedikçe, fail (suçlu) devlet veya hükümetler tarafından kesinlikle affedilemez.
Yâni, Allah’ın sonsuz kudretine nazaran bir insan yaratmakla bütün insanları yaratmak arasında fark olmadığı gibi, Onun sonsuz rahmet ve adaleti noktasında da bir insanın katli ile, bütün insanların katli arasında fark yoktur. Bu nedenle katiller asla affedilemez.
İnsanoğlu her nasılsa, başkalarının hakkını çiğnerken o insanların Allah’ın kulu olduklarını unutuyor. “Ben Allah’ın bir kuluna zulmedersem, Onun kahrına hedef olurum.” diye düşünemiyor. Bunun içindir ki, kendisine İlâhî ikazlar geliyor.
Bu rahmanî ikazlara tercüman olma sadedinde Allah Resulü de (asm) ümmetini defalarca ve değişik şekillerde ikaz etmiştir. Misâl: “Mazlumun bedduasından sakınınız. Çünkü onun duasıyla Allah arasında perde yoktur.” (Buharî, Müslim)
“Ümmetimden müflis odur ki, kıyamet günü namaz ve zekâtla gelir. Ama, bu arada sövdüğü şu kimse, dövdüğü bir başka kimse dahi gelir. Bunun üzerine kendisinin hasenatından şuna verilir, buna verilir. Üzerinde haklar bitmeden kendi hasenatı tükenirse, o zaman onların hatalarından alınır kendisine yüklenir. Daha sonra cehenneme atılır.” (Müslim)
İşte!... bütün “Açılımlar, Milli Birlik ve Kardeşlik Projeleri” bu kriter ve kıstaslara uygun olmak zorundadır. Aksi takdirde “meşruiyet” nihayet bulacak ve mukabele-i bil-misil, hukuken meşru bir “HAK” halini alacaktır.