26 Mayıs 2012 Cumartesi

ŞEYH EFENDİNİN RÜYASI VE TÜRKİYE
Mustafa Nevruz SINACI
            Milletin asli ve hakiki hizmet unsurları insanlık, ahlâk, edep ve hukuk dışı dokunulmazlık, ayrıcalık, hususi imtiyaz, avanta, rüşvet ve iltimastan müstağni; Namuslu, dürüst memur, işçi ve emeklileri dâhil; Halkın kahir ekseriyetini fakr-ü zaruret, yokluk, yoksulluk ve sefalete mahkûm ederek; Siyasi hırs ve iğrenç ihtiraslarını tatmin uğruna millete zulmedenler bilsin ki!..     
            ‘İkinci Abdülhamit döneminde Şeyhülislâmlık yapmış, zamanın en büyük gönül sultanları ve din âlimlerinden olan Şeyh Rahmi Baba; 1920’li yıllarda Anadolu’da mukim, vazifeli şeyh ve halife arkadaşlarını gizlice bir kasabaya davet eder. Sebebi hikmeti: “Kahriye” okunacak; Yani, Esma-i Hüsna’dan “Ya kahhar” zikri çekilerek Mustafa Kemal’in ve kurmak istediği rejiminin “kahr-u tedmiri” için müştereken dua ve zikredilecektir. Davet kabul görür ve gizlice toplanılır.          
Tam kahriyenin okunacağı sabah vaktine birkaç saat kala, fecr-i sadık sıraları yakaza halinde istirahat etmekte olan Şeyh Efendi, bütün niyetlerini altüst edecek bir mânâ (rüya) görür:
            Bir dünya haritası… Ortasında Türkiye. Türkiye toprakları dünyanın diğer bölgelerinden bariz bir şekilde ayrılırcasına yemyeşil... Fakat etrafı, sınırları simsiyah, hayli kalın, lâkin alçak duvarlarla çevrili. Peygamber Efendimiz haritanın başında. Mahşeri bir kalabalıkta, insanların gözü önünde dünyayı yeniden paylaştırıp, taksim ediyor; ‘şurayı şuna, burayı buna verin’ diye emirler yağdırıyor… Taraf ve etrafındakiler ise derhal gerekeni yapıyorlar.
            Mustafa Kemal, Çanakkale berisi ve İstanbul ötesi Trakya bölgesinde duruyor…
Her ne hikmetse yüzü Peygamber Efendimiz’e dönük değil!.. Duruşundan anlaşıldığına göre, bir şeylerden dolayı mahcup ve tedirgin bir ruh hali içinde; Velev ki bu yüzden olsa gerek, Yüce Efendimizin yüzüne bakamıyor. Sıra Türkiye’nin kime verileceğine geldiği zaman, manâyı mükerremdeki Şeyh Efendi gözlerini beş açıyor ve pür dikkat kesiliyor. Peygamber Efendimiz yüzünü çevirmeden yalnız eliyle işaret ederek “burayı da şuna verin” buyuruyorlar.
Burası dediği Türkiye’dir, şu dediği de Mustafa Kemal’dir.
Sebebi: Müstakbel ıslahatlar (Atatürk İlkeleri) ve Türk İnkılâbı’dır…
GERÇEĞE UYANIŞ!...
            Tam bu sırada Şeyh Efendi kan ter içinde uyanır. Düşüncelidir. Niyetiyle rüyası arasında bir müddet gider gelir. (Tasavvuf ve tarikat kültüründe; Peygamber Efendimizin zahir oldukları, bizzat tezahür ettikleri, göründükleri manâ [rüyalar], doğrudan sahih, sağlam ve ‘acaba’sız, kat’i bilgi kaynaklarından biridir). Şeyh Rahmi Baba Abdestini alır, vaktin namazını cemaatle kılmak için icabetini bekleyen arkadaşlarının yanına varır. Namaz eda edilir, dua biter, Fatiha okunur. Herkesin kahriye çekilmeye geçilecek dediği bir anda Şeyh Efendi rüyasını anlatmaya başlar...
            Rüyayı şöyle yorumlar:
“Türkiye yemyeşil olduğuna göre, bu hayra, İslâm’a alâmettir ve durumun esas itibariyle iyi olduğunu gösterir. Türkiye’nin etrafını çepeçevre saran duvarın kalın, kasvetli ve siyah oluşu tedirginlik verici; çünkü siyah küfür işaretidir, fakat alçak oluşları mevcut menfi durumun çok uzak olmayan bir zamanda aşılabileceğini gösterir. Gerek Peygamber Efendimizin ona karşı tavrı, gerekse Mustafa Kemal’in duruşu menfi... Fakat Türkiye’yi ona veren Hazreti Peygamber olduğuna göre buna karşı çıkamayız!.... 
O’na tabii olacak ve maddi, manevi yardım edeceğiz…”
Her şey apaçık ortaya çıkmış ve Anadolu Erenleri kutsal mesajı almıştır.
            Kahriye okumaktan vazgeçilir. Kanaat Önderi Şeyhler, Halifeler huzur içinde; Vicdanen müsterih, memnun, bahtiyar, hâl ve istikametleri aydınlanmış olarak memleketlerine dönerler...’
            KISSA’DAN HİSSE:
            Aziz, âlim, mümin ve mücahit, kadim Türk Milleti; 1400 yılı mücavir İslâm’ın, yaklaşık 1000 yılı Muhammed ümmetinin Bayraktarlığını, Sancaktarlığını yapmış; Müslüman âlemini tam bir hamiyet ve himmetle kucaklamış; İnsanlık camiasını adaletle himaye etmiş dualı bir millettir.
Ola ki, Mustafa Kemâl’in, Peygamber Efendimiz huzurundaki mahcubiyeti; Osmanlı’da gerileme devrinin fiilen başladığı 1734 yılı evvel ve ahirinde (sonrasında); İdare, asker ve temsil makamlarında vaki gasp, yozlaşma, çürüme ve İslâm’dan uzaklaşma, adaleti terk nedeniyle vaki: Haksızlık, yolsuzluk, adaletsizlik, insana, İslâm’a ve kamu ahlâkına aykırı tertip, süfli teşebbüs, sefahat, din istismarı ve dağılma sebebi utanç verici suiistimallerin tevlid ettiği hicaptan olmalı…