26 Mart 2012 Pazartesi

zorunlu eğitim sendromu!....

İNSAN'lara SELÂM olsun..
MÜFREDAT VE TEDRİSAT (2)
Mustafa Nevruz SINACI
İnsan, bu âleme öğrenim, eğitim, bilim ve dua yoluyla tekâmül etmek için gelir.
Dinî yaşam, yani dindarlık; Her ne kadar cemiyetten dışlanmış ve içselleştirilmiş olsa bile; Gerçekte din ilmin ruhu, kaynağı, evrensel hukuk, hak ve adalet’in hikmeti, açıklayıcı ve tamamlayıcı disiplinidir. İlim/bilim ikileminde din’e farklı rol ve anlamlar yükleyerek; güncel hayat ve kısmen kamudan soyutlamak gericilik, ihanet, bozgunculuk, yobazlık ve irticadır.
Ancak şunu da bilmek gerek;
Dinin sahibi Rab’in rahmeti, gazabını örtmüş; ilâhi aşk ve muhabbetle bütün âlemleri kuşatmış, merhametle kucaklamış olmasına rağmen O, sadece iyiliği emir ve kötülükten men eder. Halife sıfatıyla insanın daima iyi, namuslu, dürüst, onurlu, sorumlu, adaletli ve marifetli olmasını ister. Fert ve toplumları doğrudan denetler, kayda alır, yerine göre dünyada veya bir sonraki boyutta sorgular, yarlıgar (kul hakkı hariç, af ve mağfiret eder), yargılayıp şiddetli bir azapla cezalandırır. Çünkü insan’ı Ahsen-i takvim üzere, yeryüzüne halife olarak yaratmıştır.
İşte, insani boyut ve bilinç (şuurlu/müdrik) toplumu bunu bilmekle kabildir.
İnsani değerlerin tamamı doğrusal (rahmani) olup; Karşıtı apaçık şeytanlık (yalancılık, sahtecilik, haksızlık, zalimlik) ve kötülük adına ne varsa tamamıdır. Dolayısıyla insan “emr-i bil maruf, nehy-i anil münker” kaidesi üzere (iyiliği emreden ve kötülükten men eden) olmaya memur ve mecburdur. Aksi takdirde insan olarak kabul ve telâkki edilemez; Bir yaşam formu sıfatıyla suç işlemesi halinde, İnsan hakları adalet ve hukuka muhatap kabul edilemez.
İşte hayatın ve insan olmanın hali, hakikati kısaca budur.      
Şu hale nazaran: İnsan’a dair müfredat ve tedrisat’ın (eğitim ve öğretim’in): İyi insan; Namuslu, dürüst, demokrat, meslek, meşrep (ahlâk ve fazilet) sahibi iyi vatandaş yetiştirmeye matuf olması şarttır. Aksi takdirde sistem, insanlık dışı, kamu yararı ve mâşeri vicdana aykırı demektir. Böylece sistem; İyi insan, iyi vatandaş yerine kötü tohum üreten şeytan tapınağına dönmüş demektir ki; Onlar ancak, yeryüzünde fesat çıkaran, lânetli bozguncu üretir.
Yukarda açıklanan ilim-irfan, insani boyut ve evrensel hakikat ışığında:
Müfredat ve tedrisat’ın aşağıdaki şekilde rehabilite edilmesi şarttır. Buna göre:   
1. Eğitim sistemine ilişkin yasa, ek ve değişiklikler aceleye getirilemez. Plânlanan ek veya değişiklikle konusunda ilgili okul idaresi, aile ve velilerin görüşleri dikkate alınır.
2. Eğitim süresi kademeli ve çeşitli olmak şartıyla (5 + 3 + 3 ) = 11 yıl zorunludur..
3. Kayıt, 5 yaşını doldurmuş olmak veya kayıt yılı içinde doldurma şartına bağlıdır.
4. Resmi, özel ve Vakıf okullarının tamamı Devlet denetimine tabi olup görevleri:, “Millî eğitimin asli amaç ve ilkeleri doğrultusunda öğrencileri; Türk milletinin millî, ahlâkî, insanî, manevî ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan, geliştiren ve yaşayan; Aile, vatan ve milletini seven, daima yücelten; İnsan hakları, adalet ve hukuka sahip; Demokrat, laik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı görev ve sorumluluklarını müdrik, millî değerleri davranış hâline getirmiş; İyi insan ve iyi vatandaşlar olarak yetiştirmek; Özel ilgi, yetenek ve başarılarına göre iş hayatı, meslek alanları ve üst öğretime hazırlamaktır.”
5. Her derece ve düzey okulda eğitim ve öğretim dili Türkçedir. Okullara yabancı isim verilemez. Yeterli talep ve Filolojik formasyona sahip uzman öğretmen olması halinde; Başta Osmanlıca ve Arapça olmak üzere, ana dillerden her hangi biri seçmeli ders olarak verilebilir.
6. Temel eğitim dâhil, lisans sonuna kadar İlmi Ahlâk, Davranış Bilimi dersleri bütün öğrenciler için zorunludur. Ayrıca, İsevi ve Museviler hariç olmak üzere diğer öğrencilere 18 yaşına kadar Kur’an, Hadis ve İlmi Hal dersleri verilir. Gayrimüslim öğrencilerin din eğitimi ve öğretiminden cemaat vakıfları ve ibadethaneleri sorumludur.
7. Halen Üniversite ve Yüksek Okul düzeyinde verilen mesleki eğitim; Zorunlu haller dışında, Ortaokul sonrası sanat, meslek, bilim, endüstri ve yüksek teknoloji okulları biçiminde Lise ve muadili düzeyine çekilir. İmam-Hatip Ortaokul ve Liseleri DİB başkanlığınca kurulur.  
8. Her ne sebeple olursa olsun “yaşayan vatandaş” ad’ları, eğitim-öğretim kurumları, ibadethane ve kamu teşekküllerine verilemez. Mevcut isimler, en geç 3 ay içinde değiştirilir.   
9. Üniversiteye giriş sınavsız; YÖK ve tüm “sınava hazırlık” dershaneleri mülgadır.  
Mustafa Nevruz SINACI, seyir
MÜFREDAT 
VE TEDRİSAT (1)
Mustafa Nevruz SINACI
            Bilindiği üzere “müfredat” eğitim-öğretim programı; “tedrisat” ise eğitim ve öğretim faaliyeti anlamına gelir. Kelime ve kavramlar, insan formu baz alınarak analiz edildiğinde;
Öğretim: Herhangi bir çocuk veya yetişkin’e plânlanan ilmî teorik olarak öğretme, anlatma ve açıklama eylemi; Özellikle çocukta karakter oluşturma, doğrusal yönde konuşma, söz söyleme ve davranış biçimi kazandırma, yaradılış amacı, (fıtrat ve tabiat) istikametinde hayata hazırlama ve ‘iyi insan, iyi vatandaş’ yetiştirme, geliştirme sürecinin tümüne denir.
Eğitim: Öğretilen ilmî bilgilerin, farkında ve kendinde olarak, bilinçle yaşanması ve yaşatılması için, uzman eğitici nezaretinde örnek uygulamalar yapılarak; İnsan davranışlarını iyi, doğru, güzel ve yüksek ahlâk formu (insani boyut ve bilinç toplumu) yönünde oluşturma, geliştirme, pekiştirme ve duruma göre değiştirme sanatı. Yani, İnsan’da olumlu davranışların yerleşmesi, olumsuz ve kötü, zararlı davranışların sonlandırılması faaliyetidir.
Öncelikle ve evvelâ insan olmak üzere; Bütün yaşam formları ile bunların hayatlarına doğrudan veya dolaylı etken tüm unsurların bu anlam, amaç ve bağlamda düşünülmesi şattır.
Yani İnsan, Yüce Yaratıcının halifesi sıfatıyla “merkez” varlık olup adeta bir atom; İnsan dışında yer alan bilumum mahlûkat ise; Hazreti İnsan’a hizmetle memur ve mükellef nötron, proton ve sair hizmet unsurları mesabesindedir.
Daha açık bir deyim, açıklama ve tanımla: Devlet, hükümet, tapınak veya para, pul vs değil; Sadece “İnsan” kutsal varlıktır. Her insan bir devlettir. Başta hükümet olmak üzere, bütün kurumlar, kuruluşlar insan içindir. İnsan-ı insanca yaşatma, eğitim, öğretime muktedir ve ehil olmayan bir hükümet (devlet) kesinlikle meşru olamaz, yaşama hakkı da yoktur.  
Eğitim ve Öğretim’i bu açıdan görmek ve insanca okumak şarttır.
Kaldı ki; Varlık sebebi, yaradılış amacı, yani “Fıtratına” sahip, öz’üne saygılı ve “evet, ben de insanım” diyen, bunun gerçekten farkında, bilincinde olan hiçbir kişi; kişilik ve kimlik sahibi: yalan söylemez, aldatmaz, kandırmaz, dedikodu, fitne, iftira, küfür, haset ve hakaretle iştigal etmez. Banka soymaz, hortumlamaz, gasp, irtikap, sahtecilik ve suiistimal yapmaz. Din tüccarlığı, siyaset simsarlığı, hürriyet, eşitlik, adalet, hukuk ve demokrasi düşmanlığı, vicdan sömürüsü yapmaz. Hiçbir alanda suiistimal ve istismara tevessül ve tenezzül etmez.
Doğrusu İnsan, kabahat ve taksirat yapabilir. Ama asla Suç işlemez.
İnsanlık suçu işleyenler asla insan olamaz ve onlara insanca muamele edilemez!.. 
İnsan Namusu için yaşar. Namussuzluk düşünemez. Bu yolda ve uğurda bir fiile teşebbüs etmez. Asla iffetsiz olamaz. Anarşi, terör ve bölücülükle iştigal etmez. Cinayet işlemez. Katil olmaz. Kanunları çiğnemez. Yasalara karşı mücadelesini; yine mevcut yasal nizam içinde yürütür. Başta; rüşvet, iltimas, ayırma-kayırma, yolsuzluk, hırsızlık, gasp, can ve mal güvenliğini tehdit, hürriyeti tahdit, çıkar ilişkileri tesis, imtiyazlı sınıf oluşturmak ve sair; insanlık, adalet, hukuk ve ahlâk dışı cürüm ve canice, menfur emel sahipleri ile anarşist, terörist ve katiller, devleti parçalamaya ve milleti bölmeye teşebbüs edenler asla “insan” olarak kabul edilemez ve cezalarını çekip, Islah olmadıkça, asla insanca muameleye tabi tutulamazlar. İnsan hakları sadece ve yalnızca İnsanlar içindir… 
Mustafa Nevruz SINACI, bakış
Özellikle bu insan “Müslüman-TÜRK” ise;
Bütün insanlardan tutun madde ve manâ plânında var olan her şeye ve herkese karşı önyargısız, saygılı, terbiyeli, yüksek ahlâklı, davranış biçimi düzgün, söz ve eylemleri doğru, dürüst, kâmil ve mükemmel olmak zorundadır. Halk ve devlet içinde en muteber, sevgili, saygın ve muhterem olması gereken insanlar muhakkak ve mutlaka gerçek Müslümanlardır. Bunun başka yolu ve çıkarı yok. İslâm dini her ne kadar bazı eylem ve söylemleri kategorik “günahlar” biçiminde tavsif ve tasnif etmiş ise de; Bunlardan, topluma ve kamuya (devlete) karşı işlenenler “kul hakkı” kavramı ile ağırlaştırılmış ve Yüce Yaratıcının af kapsamı dışında tutulmuştur. Sözgelimi “% 99’u Müslüman” denilen toplumumuzda bu idrak, şuur ve bilincin hakim olması halinde suç oranlarının sadece kalan % 1’e münhasır olması gerekmez mi!?..
İşte, antiemperyalist TC’de, Milli müfredat ve tedrisatın amacı bu olmak zorundadır.
Ayrıntılar: “Müfredat ve Tedrisat” konulu ikinci ve son makalemizde;
 SORUNLU TASARI;
EĞİTİM VE ANALİTİK
Mustafa Nevruz SINACI
Üç temel sebepten dolayı Türkiye “yeniden yapılanma zorunluluğu” ile karşı karşıya kaldı. Bunun ilk kez, “kötü tohum”un önde gelenlerinden Turgut Özal farkına vardı ve adına “transformasyon (biçim değişimi, dönüşüm, dönüştürüm)” dediği bir faaliyet başlattı!..
Başlangıçta  ‘yeni demokrasi’ darbelendi, sonra ‘hukuk’ törpülendi.
Hak, eşitlik ve adalet ahlâkı’na sıra geldiğinde, zaten onlar yok olmuşlardı!..
Dolayısıyla, Özal ve şeriklerince transformasyon istismar ve suiistimal edildi.
Süreç bittiğinde, Fulbright hamisi kripto zenginlerin siyasi güç ve servetlerinde; Fakir nüfusun ise sayısında korkunç artışlar oldu. Globalleşme/küreselleşme adına yalancı, vahşi ve haydut batının dayattığı, dönme ve devşirmelerce ‘tarihi fırsat olarak’ kullanılan ‘özelleştirme furyası’ sayesinde, Cumhuriyetin iktisadi kazanımları, birikim ve değerlerinin çoğu malum ve menfur leş kargalarına peşkeş çekilmişti bile!. Bu doğruydu. Zira “serveti maksimize edecek, sermayeyi tabana yayacak, serbest rekabet, yüksek kalite, bolluk ve ucuzluk nedeni olacak” diye hayâsızca yalan söyledikleri özelleştirme; Yoğun peşkeş, pahalılık ve tekelleşme getirdi. 
Böylece, ülkem insanı “yeniden yapılanma, değiştirme ve dönüştürmenin” anlamını; İş işten geçip, insan’a ihanet, yolsuzluk, pahalılık ve işsizlik patladığında idrak edebildi.
Yeniden yapılanma ve dönüştürülmeyi zorunlu kılan sebepler: 
1. Kökleri harici bedhahlara dayalı ve dâhili bedhahlarca ikame edilen siyasi vesayet;
2. 1938 karşıdevrimi ile başlayıp, Fulbright’le taçlanan ve Amerikan Barış gönüllüleri sayesinde kökleşen; Eğitim örgütünü işgal, ilim-irfan, ahlâk-fazilet ve milli tarih şuurunu ilga, sistematik dezinformasyon, asimetrik-psikolojik savaşla beyinleri iğfal faaliyeti;
3. İktisadi, sosyal, kültürel hayatı; Milli değer, gelenek ve köklerinden kopartıp; Vahşi kapitalist, emperyalist haydut, insan yiyen kurt ve çağdaş vampirlik yönünde biçimlendirmek, yozlaştırmak, anlamsızlaştırmak, milli değer ve manevi mukaddesleri istismar ve din ticareti vasıtasıyla Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyetini kaos, bunalım ve buhrana sürüklemek..
12 Eylül hariç; 11 Kasım, 27 Mayıs, 12 Mart ve 28 Şubat süreci; Milli şuur ve manevi değer sahibi; Sağduyu, onur-erdem ve ilimle mücehhez Muallim (hakiki Öğretmen) yetiştiren Eğitim Enstitülerinin kapatılması, Milli Eğitim Şûrasının hadım edilmesi;, Millî müfredatın ilim, ahlâk, milli değer ve manevi mukaddeslerden arındırılması ve nihayet 8 yıllık kesintisiz eğitim darbesi dâhil; Bu düşmanca müdahalelerin tamamı aynı sürecin eseridir.
Oysa: Eğitim ve terbiyenin (öğretim) amacı sadece ilim değil; Aynı zamanda hareket, konuşma (hitap) adabı ve davranış biçimidir. Yani evrensel bilim ile milli kültür (ahlâk, hars, gelenek, görenek, din) müştereken ve mütemmim cüz olarak eğitim ve öğretim boyutunda ifa ve icra edilmek zorundadır. Ayrıca çağdaş, namuslu, dürüst, demokrat, ilkeli, onurlu, sorumlu, sağlıklı; Güncel bilimsel donanım, yeterli ve geçerli meslek sahibi “İyi İnsan ve İyi Vatandaş” yetiştirmek ‘eğitim ve öğretimin’ mutlak görev, zorunluluk ve sorumluluğudur. 
Bunu Milli Eğitim Bakanlığı, eğitim ve öğretim camiası başarmak zorundadır.  
Zira Türk Milleti; 
Eğitimin yanı sıra öğrenimli, birikimli, vicdanı, irfanı hür, akil ve özgür insanlardan müteşekkildir; Batının hayvan terbiyecileri gibi Siyom ve Haçlı dayatması eğitimler ile güdülemez. Hayvanlar gibi, ne öğretildi ve ne talim edildi ise onu tekrar edecek bir robot değildir. Türk fıtratı genelde Kurt ile sembolleştirilir. Kurt eğitimlerindeki sır nasıl keşfedilememiş ise; Müslüman Türk Milletini eğitim yoluyla mutasyona uğratabilmenin yolu da asla bulunamayacaktır. Bu ütopyanın yandaşları yanılgı içindedir, eninde sonunda hayal-i sukut ve hüsrana uğrayacak, helâk olacaklar. Türklerin ne zaman ne yapacağı önceden tahmin edilemez. Çünkü Türkler doğrudan Allah'a ve O’nun takdir ettiği kadere inanırlar. Bu yüzden doğrudan Allah'a bağlı, imanlı, şuurlu, namuslu, dürüst, şerefli, asil ve özgür insanlardır."
Netice olarak: Kimse Millî eğitim-öğretim sistemini, menfur oyunlarla yozlaştırmaya kalkışmasın. Olması gereken: Makul yaştan itibaren; 5 yıl İlköğretim, 3 yıl Ortaöğretim ve 3 yıl da Lise ve dengi (muhtelif bilimler, mesleki, öğretmenlik ve teknik) okullar olmak üzere; “ONBİR (11) YIL” kademeli ve zorunlu eğitimdir. Biline!...
ZORUNLU EĞİTİM (!)
SORUNLU TASARI
Mustafa Nevruz SINACI
11 Mart 2012 Pazar günü TBMM Milli Eğitim Komisyonu, yasama tarihinin en kötü utancı, yüzkarası, demokrasi ayıbı, hukuk ve ahlâk skandalına sahne oldu. Eğer doğru okunur, objektif algılanır ve dürüst yorumlanırsa bu; Öncelikle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin hür irade yükümünü yitirdiğini; Bir grup zorba, müstebit ve despot tarafından doğal yetkileri gasp edilerek ipotek altına alındığını ve hukuki meşruiyetini kaybettiğini düşündürür!....   
Olay, Mart ayı başında Milli eğitim komisyonunda görüşülmesine başlanan; 5.01.1961 tarih ve 222 sayılı “İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile bazı (222, 1739, 3308, 4306, 2547, 2809, 5018, 6260 ve 4734) Kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifi”nin;, Başta öğrenci velisi ana-baba’lar, kanaat önderleri, münevverler arasında ve kamuoyunda ciddi tepkilere yol açması ile halk içinde endişe yaratması nedeniyle iktidar tarafından yangından mal kaçırır gibi bir oldubittiye getirilmek istenmesi teşebbüsünden ibarettir.
Bu süreçte gaflet, dalâlet ve acizlikle malûl muhalefetin masum, müsemma, demokrasi ve hukuk havarisi olduğu söylenemez. Sonuçta teşebbüs amacına ulaştı. Bir haftada, iç tüzüğe uygun olarak sadece 4 maddesi görüşülerek kabul edilebilen tasarının, bu defa 20 dakikada 23 maddesi ‘hiç görüşülmeden ve müzakere bile edilmeden’ onaylanarak, kanunlaştırılmak üzere eşi, emsali görülmedik bir usul, biçim ve pişkinlikle, genel kurul yoluna sevk edilmiştir.  
Müessif olaydan önce kamuoyunda yer alan genel kanı: Teklif tasarısının 28 Şubat’a tepki, misilleme ve öç alma maksadıyla komisyona sunulduğu; Ancak, insan hakları, eğitim bilimi, psikiyatri, eğitim sosyolojisi, ‘milli-manevi, moral ve yükselen değerler stratejisi’ ile psikoloji, temel pedagoji ilkelerine aykırı; Çağdaş norm, kriter ve standart bilimsel disiplinler yönünden ciddi sakıncalar; Yakın tehlike, tehdit ve vahim sorunlar içerdiği şeklinde idi..
Vakıa, komisyon baskını bütün bu endişe ve kaygıları haklı ve doğru çıkardı.
Yürürlükteki 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu uyarı “temel eğitim”, her Türk vatandaşının yasal hakkıdır. Devlet eliyle parasız verilir. Kanunun 4 -9. ve 12. maddelerinde tanımlanan genellik, güncellik, bireysel ve toplumsal ihtiyaçlar, yönlendirme, eğitim hakkı, imkân ve fırsat eşitliği, laiklik ve “istikrarlı süreklilik” ilkelerine uygun olmak zorundadır.
Bu düzlemde eğitim; Tıpkı Denetim, Adalet ve Sağlık gibi zorunlu kamu görevidir.   
Yukarıda açıklanan amaçların gerçekleşmesi, tasarı gerekçesinde yer alan temenni ve evrensel mukayesenin hayat bulması için: Ülkemizde asgari 11 veya (metinde değil) sunumda ifade olunduğu biçimde 12 yıllık bir eğitimin zorunluluğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Şu kadar ki bu eğitimin kademeli olması; Bilimsel, evrensel ve emsal normlar ile pedagojik, sosyolojik disiplinler dikkate alındığında 5 + 3 + 3 (klâsik, mesleki, teknik veya Eğitim Enstitüsü yerine kaim öğretmen okulu) = 11 yıl süreli zorunlu ve kademeli olması şarttır. Dünyanın pek çok ülkesi, dünkü eyalet kötü Bulgaristan dâhil kırk yıldır “zorunlu eğitim süresi” 11 senedir.
Dahası, ülkede eğitim kalitesi düşmüş, öğretmenlik mesleği tabana vurmuş olmakla;
Başta rüşvet, iltimas, hırsızlık, yolsuzluk, görevi kötüye kullanma, anarşi, terör, tedhiş, gasp, irtikap, nitelikli dolandırıcılık, sahtecilik gibi insanlık dışı; alçakça kalleşlik ve kahpelik eseri suçların diplomalı kesimde tavan yaptığı kaotik ortamda ‘temel eğitim-öğretim’ ile ilgili bir düzenleme hayati önem taşır; Yüksek ahlâk, basiret, beka, ilim-irfan gerektirir. Eğitim ve öğretim ile ilgili düzenlemeyi aceleye getirmek; Öz’e inmeden, müfredatı rehabilite etmeden, emrivakilerle hareket, bir cehalet veya kast-ı mahsus eseridir. Teşebbüsün daha açık bir izahı da, kötü niyet olabilir. Aksi takdirde, bu kadar hata üst üste ve bir arada yapılamazdı!..  
BÖLÜM / SORUN İRDELEMESİ:
1. Tasarıda 4+4+4 = 12 yıllık kesintili ve zorunlu eğitime dair bir hüküm yoktur.
2. Teklifin 1, 2, 7 ve 13. maddelerine göre ilk sekiz yıllık kademeli eğitim zorunludur.
Fakat Son 4 yılın zorunluluğuna ilişkin bir hüküm veya müeyyide bulunmamaktadır.
3. Tasarı, ilkokul ve ortaokulu tekrar oluşturup; 28 Şubat öncesi uygulamaya dönüş dışında başkaca hiçbir yenilik, özellik veya orijinal bir boyut içermemektedir…

7 Mart 2012 Çarşamba

Ereğli çöl olmasın & AÜ Ziraat Fakültesi Acil Trafik Sorunu.,,,,,,,,,

iki önemli sorunsal hakkındadır!....

SESSİZ SÖZSÜZ BİR ÇIĞLIK 
VE YÜREKTEN ÇAĞRILAR!..
Prof. Dr. Turgut TÜFEKÇİ & 
Mustafa Nevruz SINACI
“Konya’nın Ereğli ilçesi 1980’lere kadar hayalleri zorlayacak derecede güzel, harikulâde, masallar diyarı misal efsanevi bir şehirdi. Yöresel tabirle dere, akar, çay ve arklarla kılcal damarlar gibi örülmüş son derece verimli, işsizlik sorunu olmayan, insanları mutlu, sağlıklı, neşeli, huzurlu, gelecekten umutlu, nüktedan, hayat dolu yemyeşil, cennetsi bir diyar vardı. Sonra mı?!... Sonrası çok hazin bir hikâye….
CEHALET, RANT VE İHTİRAS KURBANI BİR CENNET
Ülkemiz ve dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan Ereğli'nin, en önemli ACİL ve güncel sorununa değerli ilgi ve dikkatlerinizi çekmek istiyorum:
            Devlet adına ve millet iradesine vekâleten hükümet edenler; Geniş halk kitlelerini doğrudan veya dolaylı ilgilendiren konularda mutlak bir gereklilik ve zorunluluk olmadıkça; Asla ve kesinlikle insan, ekosistem (hayvanlar ve bütün canlılar), tarihi doku ve kadim doğa aleyhine sonuçlar doğuracak kararlar alamaz, yaptırım ve tasarruflarda bulunamazlar. Hak karinesi, adalet ahlâkı, evrensel hukuk ve medeni siyaset; Asillere dahi ait olmayan bu hakkı vekillere asla vermemiş ve tanımamıştır.
Hukuktan maksat: Doğrusal yönde ifa ve helâli, hak’ı icra’dır.
Devlette devamlılık esas; Doğa’da devamlılık elzem, mutlak ve sebeb-i hayattır.
Dolayısıyla hayat hakkı en temel, vazgeçilmez, olağan şartlarda müdahil olunamaz ve ihlâli insanlık suçu olmakla; Gerçekte ekosistem için de durum aynıdır. Aksi takdirde ülkede medeni, sosyal ve yasal sorumluluk işlemiyor; Adalet, hukuk ve denetim erkleri siyasallaşmış, muhalefet yok hükmünde; En iyi ihtimalle hayati ilkeler ve yükselen değerler vesayet, tasallut altında demektir. İşte örnek ve günün HES furyasından önce Ereğli’de baş gösteren felâket.
EREĞLİ ÇÖL OLMASIN!...
 Bu uğurda, her takdirin üstünde, büyük bir onur, vefa ve sorumlulukla mücadele eden Prof. Dr. Turgut Tüfekçi; CNN TÜRK ve insanlık düşmanı rant mahlûkatınca hayat damarları ve Can Suyu kesilerek “sessiz sözsüz çöl olmaya sürüklenen Ereğli adına” insanlık âlemi, TC hükümeti, cnnturk ve onurlu, sorumlu vatandaşlara sesleniyor: 
“Değerli Güven Bey, (Yeşil Doğa Program Yapımcısı)
Merhaba! Size Ereğli'deki (Konya) doğa katliamını bildirmek istiyorum…
İvriz Kabartmasının bulunduğu Ereğli en az 5000 yıllık yerleşim merkezidir.
1985’ e kadar şehirden geçen akarsu ve Roma İmparatorluğu zamanında açıldığı bilinen “toprak kanallar” (Ereğli ağzında “arklar”) sayesinde İç Anadolu’nun en yeşil yeri idi. “Yeşil Ereğli” den bereket fışkırırdı.1970’lerde, bütün Ereğlililerin rüyası İvriz Barajıydı. Politikacılar “baraj” vaat ederek oy isterlerdi. 1985’te rüya gerçekleşti ama inanılmaz bir kararla Ereğli’nin can suyu kesildi. Önce, binlerce yıllık, Ereğli’ye hayat veren, gençlerin yüzdüğü, sıcak yaz günlerinde ailelerin çevresinde dinlendiği, bereket kaynağı, fotoğraflardaki gibi harika güzellikler ihtiva eden akarsu, dere ve “ark”lar kurudu…
Sonrada, “Yeşil Ereğli” …
2012 de gelinen durum:
Türkiye’nin en lezzetli meyve ve sebzelerinin yetiştiği bahçeler kurudu (bkz. 80' ler de ki Tekel'in likör, Tamek'in reçel reklâmları); Son 9 -10 yılda, Türkiye çapında haber olan, toz fırtınaları oluşmaya başladı (bkz. TV ve gazete haberleri); Ortalama yıllık yağış can suyu, kesilmeden önceki 23 yılda 315 mm iken sonraki 23 yılda 287 mm oldu (% 8,9 azaldı, bu azalma max. ve min. değerlerde de görülmektedir); yeşil alan kuruduğundan yağmur bulutları yağmura dönüşemeden Ereğli’yi terk etmektedir.. Dünyanın sayılı sulak alan ve kuş cennetlerinden olan Ereğli Sazlıkları (Akgöl)’ün alanı 21500 hk dan 3000 hk a indi; geçmişte önemli sayıda üreyen özel kuş türlerine artık rastlanmamakta…
Fotoğraflardaki efsane güzellikler yok oldu, çölleşme başladı. 1985 öncesine ait dört fotoğrafı ve  son yıllarda başlayan çölleşmenin fotoğrafını ekte gönderiyorum. Bu çevre ve doğa katliamının sorumlusu İvriz Barajı değil; uygulanan su yönetim planıdır. Halen geri dönüş mümkün. Ancak hemen harekete geçilmez ise Ereğli yakında çöl olacak. Bu kötü gidişe son verilmez ise, uzun vadede Ereğli'yi bekleyen diğer tehlike, şimdi tahminen 925 m (cansuyu kesilmeden önce tahminen 975m) olan yer altı su seviyesinin, Tuz gölü seviyesinin (905 m) altına düşmesi halinde ova köylerinde ilelebet tarım yapılamaması ihtimalidir.
Önerilerim; DSİ, İvriz Barajı su yönetim planını değiştirmeli ve Ereğli’ ye can suyunu vermeli; Akarsu ve binlerce yıllık, “ark”lar tekrar açılmalı; açma işlemi günümüz teknolojisi ile mümkündür, kısa sürede gerçekleştirilebilir; Ordu, okullar, halk ve TEMA gibi STK ve kuruluşların desteği sağlanarak Torosların yamaçları ağaçlandırılmalıdır. Değerli çevre dostu, “Yeşil Ereğli”nin çöl olmasını önlemek, fotoğraftaki güzelliklere tekrar kavuşmak yönünde çok büyük katkınız olacağına inanıyorum.
Yeşil Ereğli'nin çöl olmaması umuduyla size iyi sağlıklı ve mutlu günler diliyorum.
Saygılarımla,  Prof. Dr. Turgut Tüfekçi, turgut.tufekci@yahoo.com
Yeşil Ereğli’nin efsane yıllarını bütün ihtişamıyla yaşamış, şimdi Ankara bozkırlarını kaplayan beton yığınları arasında çile dolduran kadim bir Ereğli’li olarak;, Sevgili ve değerli hemşehrim Turgut Tüfekçi’ye, bu kutlu mücadelesinde başarılar diler; Tüm Ereğli dostları ile onurlu, sorumlu ve duyarlı yurttaşlarımızı “bu mücadeleye katılmaya” davet ederim.  
BİR HATIRLATMA:
Gerçekte ülkemizin ekolojik denge sorunu büyük… Yerine göre çok kritik ve telâfi edilemez boyutlara dayanmış durumda. Eko sistem çekilmekte, çökmekte, iklim değişmekte, onursuz, cahil ve bencil, betonculuğu kalkınma sanan şehir eşkıyaları ve çıkar odaklı yönetim unsurları yüzünden Türkiye, vahim bir doğa felâketiyle karşı karşıya gelmiş bulunmaktadır..
İşte, Konya’nın Ereğli ilçesi de bu kritik yerleşim ve yaşam alanlarından biri..
Ancak önce genel duruma, AB ve dünya ya ‘mukayeseli bir bakışla’ göz atmak gerek.
Dünya’da ‘başka Türkiye yok’ söylemi ne anlama gelmektedir? Bakalım:
“Tüm Avrupa’da 12 bin çeşit bitki türü var. Türkiye’de bu rakam 9000., Dünyada her yıl 16 milyon hektar orman alanı yanmakta. (82 Nijerya kadar) Son 30 yılda dünya orman örtüsünün beşte biri yok oldu. Yetişmiş bir ağaç günde 17 kişinin oksijen ihtiyacını karşılıyor ve 22.5 kilogram karbondioksiti absorbe ediyor. Sadece dünya kâğıt tüketiminin yarısı geri kazanılabilse, yılda 8 milyon hektar orman alanı korunabilir. Günümüzde dünya, dakikada 21 hektar orman alanı kaybediyor. Böylece fert başına her yıl doğaya 7 ağaç borçlanılmakta...
Çünkü bir yıl içinde kullandığımız kâğıt, kartonlar ve yaşamsal ihtiyaçlarımız için 7 adet ağaç tüketmekteyiz. Bir Avrupalı yılda ortalama 300 kg. kâğıt ve kâğıt ürünü tüketmekte. Dünyada her yıl kâğıt tüketiminin yarısı geri kazanılsa Türkiye büyüklüğünde bir ormanlık alan yok olmaktan kurtarılabilir. Bunu asırlar önce gören Fatih Sultan Mehmet ne demiş? “Ormanlarımdan bir dal kesenin, başını keserim” Son Peygamber Hazreti Muhammed ise; “Kıyametin koptuğunu görsen dâhi, mutlaka bir fidan dik!”
Sonuçta eko sistemle barışıklık anlamına gelen ‘çevre koruma’ olgusu, bireysel görev ve sorumlulukla başlayıp, tüm ülke ve arz’ı içine alan‘evrensel’ duyarlığı zorunlu kılmaktadır. İnsan’a düşen görev önce ruhsal, sonra bedensel ve buna paralel çevre temizliğidir. Çevrecilik sadece ‘temiz tutma’ anlamına gelmez. Aynı zamanda ekolojik sistem, denge ve değerleri ‘doğal ortamda’ koruma, kollama, iyileştirme ve geliştirme anlamını taşır. Ki, başta Ereğli olmak üzere, ülkemizde pek çok yörenin sorunu korumasızlık; Yasa dışı edinim, kanunsuz temlik-tasarruf, Soygun-vurgun, rant kaygısı ve imar yolsuzluklarıdır. .
Derhal harekete geçilmez ise Ereğli çok yakında çöl olacaktır. Unutmayın ki başlayan çölleşme ‘acil önlem alınmadıkça’ hızlanarak artar. “acil önlem alınmaması halinde” çok geç olacaktır. Bekleyecek vakit mi var? Bu kötü gidişe son verilmez ise, uzun vadede Ereğli’yi bekleyen öteki tehlike, şimdi 925 m (can suyu kesilmeden önce tahminen 975m) olan yeraltı su seviyesinin, Tuz Gölü seviyesi (905 m ) altına düşmesi halinde, ova köylerinde ilelebet tarım yapılamaması ihtimalidir. (MNS, 28.02.2007 Gazeteler)
 Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğrencileri’nin
Hayati Riski; Acil Trafik Sorunu!..
Mustafa Nevruz SINACI
Ankara’nın en şeamet, kış-kıyamet günleri… Yasa bağımlısı, Bilinçolog Galip Baran, Prof. Dr. İsa Kayacan ve Prof. Dr. Salih Ziya Konyalı tarafından 6 Şubat 2012 Pazartesi günü; Ankara Valiliği, Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü ve Ziraat Fakültesi Dekanlığı’na bir (aşağıda yer alan) dilekçe gönderiliyor….
“ÇOK ACİL” BİR SORUN VE İVEDİ ÇÖZÜM ÇAĞRISI:
Ankara Valiliği, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü ve Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanlığı'na
DERHAL MÜDAHALE (SORUN ÇÖZME) ÇAĞRISI!..
Ankara Üniversitesi'nin, (Dışkapı Aydınlıkevler önü) Esenboğa yolu üzeri, Altındağ, Keçiören, Yenimahalle üçgeninde kurulu Ziraat Fakültesi Kampüsü;, Aralarından ana artel, otoban ve yoğun seyrüsefer; hızlı araç geçişi ve trafik akışı olan, ağırlıklı geniş "anayolların" geçtiği üç parçalı yerleşim alanında öğrenciler trafik kazası riski, sürekli 'araç çarpma' tehdidi ve bütün "ders ve derslik" geçişlerinde ölümcül tehlike altındalar...
Konuyla ilgili olarak; (bu güne kadar) Okul İdaresine 'öğrenci ve veliler tarafından' yapılan başvurular muhtemelen dikkate alınmamakta veya "sorun yaşanan" geçiş noktalarının (yol, alt-üst geçit ve köprülerin) "Ankara Büyükşehir Belediyesi" sorumluluk alanında olması nedeniyle kalıcı önlem alınamamakta!..
YETKİLİ, GÖREVLİ VE SORUMLU OLANLAR!..
Kalite Ödüllü Sayın Ankara Valisi'nin, Ziraat Fakültesi Öğrencilerinin karşı karşıya bulunduğu ve her gün yaşadıkları büyük tehdit, korku ve tehlikenin farkında olup olmadığı konusunda bir bilgi veya ilgi emaresi yok! Dolayısıyla; Yukarda içerik ve müdahale, (çözüm) aciliyeti açıklanan sorun'un bütün ayrıntıları ile çözüme ilişkin öneri içeren çalışma aşağıda: ‘ilgilenenlerin, ilgililerin ve ilgilenmek zorunda olanların’ ilgi ve bilgilerine sunulmuştur.   
Başta Ankara Valisi Sayın Alaaddin Yüksel; Büyük Şehir Belediye Başkanı Sayın İ. Melih Gökçek ve Ankara Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Cemal Taluğ ile; değerli ilgilerini esirgememeleri ve konuyu kendi evlâtları nam ve adına sahiplenip özenle takipçi olmaları dileğiyle 'onurlu ve sorumlu' Rek. Yardımcıları Sayın: Prof. Dr. Nilgün Halloran, Prof. Dr. N. Yasemin Yalım, Prof. Dr. A. Argun Karacabey; 
Yaşanan vahim sorun'un birinci dereceden muhatap, muarız ve mes'ulü Ziraaat Fakültesi Dekanı Sayın Prof. Dr. Ahmet Çolak'ın dikkatlerine arz eder:
 Vaki sorunun ACİLEN, İVEDİLİKLE ve DERHAL çözümü hususunu, sevgili ve değerli öğrencilerimiz adına hassaten arz, önemle rica ve istirham ederiz.
Yasa Bağımlısı, Bilinçolog Galip BARAN, Prof. Dr. İsa KAYACAN ve Prof. Dr. Salih Ziya KONYALI, Ankara: 06 Şubat 2012”
Yaptığım görüşme ve araştırmalar sonucu iş bu “acil, önemli ve ivedi” başvurunun; Başbakanlık (BİMER) dâhil, derhal çözüm üretmesi, uygulaması ve tehdide maruz Ziraat Fak. öğrencilerine sahip çıkması mümkün yetkili, görevli ve sorumlu kişi, kurum ve kuruluşlara üç koldan gönderildiğini; Ankara Valiliği’nin: “İl Yazı İşleri Müdürlüğü çıkışlı, Vali Yardımcısı Turan Atlamaz imzalı, B.05.4.VLK.O.06.03.00-492-~51.8  sayılı resmi yazıyı B.Ş. Belediye Başk. ve İl Emniyet Müdürlüğüne göndererek; Gereği için talimat verdiğini…” öğrendim.  
Bütün bu bilgi ve belgelerle; “Acaba ne oldu?..” diye 02 Mart Cuma ve 03 Mart 2012 Cumartesi günü, Ziraat Fak. kampusu, tehdit ve tehlike konusu geçit, yakın Öğrenci Yurtları nezdinde vaki araştırmam sonucu gördüm ki; Şikâyet konusu mahalde başvuruyu müteakip iki hafta içinde, biri ölümlü 2 büyük kaza olmasına ve bir öğrenciye araç çarpmasına rağmen halâ ‘birinci dereceden sorumlu hükümet, valilik, belediye, emniyet, rektörlük ve dekanlıktan’ söz konusu “AÜZF Kampüs çevresindeki trafik sorunu ile ilgili” mahalde görülen olmamış!..
Aynı gün görev emri veren Valiliğe minnettar ve müteşekkir olmak gerek.
Ancak, o şeamet, kış-kıyamete rağmen görevini yapmayan (..)’lara ne demeli?.. 
0 yorum