Bilgi çağından 'bilinç çağı'na
Bilgi çağından 'bilinç çağı'na
WikiLeaks belgeleri bir kez daha gösterdi ki, bilgi çağı bizleri yeni bir evreye "bilinç çağı"na getirdi. Bu çağda, önümüze gelen bilgileri tasnif edip yorumlayacak, algılama kapasitesi bir değer ve güç haline geliyor.
MEHMET TURGAN ZÜLFİKAR | 22 ARALIK 2010,
Wikileaks, bilgi çağının bizi getirdiği yeni bir fenomen. Bu fenomen hakkındaki görüşler, tüm dünyada kişiye ve yöreye göre değişiyor. New York'un birçok akademik kurumunda bu konu üzerine paneller düzenleniyor. Görüyoruz ki, ABD'de de bu konuyla ilgili görüş ayrılıkları çok. Dünyanın her köşesinde olduğu gibi, sızan bilgilerin içerikleri, sunum öncelikleri, bu siteyi kurgulayanların kim olduğu burada da çokça tartışılıyor.
Kimilerine göre şarlatan, kimilerine göre piyon, kimilerine göre de kahramanlar. Mesela Time dergisi yılın kişisi seçimi yaparken Wikileaks'in tepesindeki Julian Assange ile Facebook'un kurucusu Mark Zuckerberg arasında oldukça zorlanmış. İkisi hakkında yapılan yorum şu: Birisi internette kurduğu sistemle, bireylerin kendi gönül rızalarıyla sundukları özel bilgileri, büyük kurumlara reklama alarak para karşılığı satmakta, diğeri de büyük kurumların özel bilgilerini, ne yapıp edip elde ederek, onların internet üzerinden bireylere bedava sızdırmakta. Gelin görün ki, yılın adamı Zuckerberg oldu.
BİLGİ DEĞİL ALGI KAPASİTEMİZ ÖNE ÇIKIYOR
Sızıntılarda ortaya çıkan kimi detaylar üzerine daha geniş kapsamlı analiz arayışları zorunlu hale geliyor. Bu ise, algı kapasitemizi öne çıkarıyor.
Bir örnek verelim. Onca yoruma rağmen Türkiye'de de gözlerden kaçan bir detay var.
Global ısınmaya yaratan ve tetikleyen sentetik ürünlerle dolu bir dünyada yaşıyoruz. Sentetik bir gerçeklik bu. Petrol tüketiminden moderniteye, ulus-devlet anlayışından genetiği ile oynanmış gıda ürünlerine, sentetik ilaçlardan dayanağı olmayan finans ürünleri ile donatılmış bir ekonomik yapıya kadar çok geniş bir alanı kapsayan bir dünya. Ve hepimizin algılarının doğal bir gerçeklik olarak algıladığı bir dünya bu. Bunun yanında, bu sentetik düzenin tüm saç ayaklarını sorgulayan bir global düşünce hamlesi var. Buna ekolojik uyanış da deniyor. Bu sorgulayan kesimin en etkin olduğu yer, Birleşmiş Milletler bünyesinde düzenlenmekte olan İklim konferansları. Bir öncesi Kopenhag'da olan bu konferansların sonuncusu da geçenlerde Meksika'nın Cancun kentinde gerçekleşti. Detayımız şurada gizli: Wikileaks'i kurgulayanları düzeni sorgulayan kahramanlar olarak görenler, her nedense Wikileaks'in global gündemi işgal ettiği günün özelligini pek dikkate almadılar. Sızıntıları basına verdikleri gün, başta petrolcüler olmak üzere düzenin tam da kendisini temsil eden, sentetik dünya savunucularının geçiştirtmek istedikleri bir gündü; Cancun iklim konferansının başlama günüydü. Ve sızıntılar sayesinde global gündemde konferansın esamesi bile okunmamış oldu.
Önemli bir detay mı? Koordineli olma ihtimali var mı, yoksa sadece tesadüf mü? Yorum getirmek kolay değil. Fakat, New York BM'nin merkezi ve ekolojiye duyarlı örgütlenmelerin de bir nevi merkez üssü ve bu şehirde bugünlerde bu suali soran çok kişi var. Olabilir de olmayabilir de. Bilgiler artık bol olabilir ama aralarında bağlar yakalayabilmemiz için daha özgün niteliklere de gerek var gibi. Haliyle, bu ve bunun gibi kolayca yadsınan detaylar gündeme sunulunca kendi kendimize şu soruyu soruyoruz: algılarımıza ne oldu?
Burada artık sorun şudur; Wikileaks ve benzeri fenomenler neyi değiştiriyor? Yarın başka Wikileaksler de olabilir. Bilgi çağı bizleri yeni bir evreye "bilinç çağı"na getirdi. Bu çağda, önümüze gelen bilgileri tasnif edip yorumlayacak, algılama kapasitesi bir değer ve güç haline geliyor. Hatta buna toplum ve ülke bazına genelleyerek bilinç sermayesi de diyebiliriz. Genel bir gözlem, algılarda bir uyanış hamlesi var olduğu yönündedir.
BİLGİ ÇAĞINDAN BİLİNÇ ÇAĞINA
Bilgi 1990'ların ekonomisinde yegane değer ölçütü olduğu ve internet sayesinde herkese açıldığı için bu döneme bilgi çağı dedik. Bilgi artık dünyanın kullanımına açılmış bir sermaye idi. Bilgi görünmez, bulunmaz bir yeraltı dehlizi değil, gözler önünde gün yüzünde bir okyanus gibi. Bilgi bolluğu da önümüze artık yepyeni açmazlar çıkarmakta. Bu sefer bu okyanusta yolumuzu nasıl bulacağız suali ile başbaşayız. Hangi konuda hangi bilgiyi istesek, internete girdiğimizde birkaç tuşa basmakla o konuda üstümüze bilgi yağıyor. Dil, bu okyanusta bizi seyahat ettiren gemiler gibi ise, algılarımız yani bilinç kapasitemiz de pusulamız oluyor. Bugün sorun algılarımız da.
Sermayesi "bilgi" olan bir evreden sermayesi "bilinç" olacak yeni bir evreye geçiyorsak, bilinçlerimizi şekillendiren algılarımızı gözden geçirmemiz kaçınılmazdır. Fransız devrimi ile başlayıp endüstri devrimi ile hızlanan ve yeni evrelerle bireyin tüm algılarını şekillendiren sentetik gerçeklikler dünyasını iyi gözlemlemeliyiz. Böyle bir ayrıma bizleri taşıyan süreç, biyolojiden ekolojiye, psikolojiden sosyolojiye uzanan bir bütünü şekillendirdi. Ve bireyi çevreleyen tüm alanlarda sentetik bir gerçeklik yarattı. Bir yandan bu kurgu insanlığa tarihinin en büyük sıçramasını yaşatırken, diğer yandan da bireyi doğasından hızla uzaklaştırdı. İnsan özüne ve doğasına yabancılaştı. Artık bir yol ayrımındayız. Ve daha da ötesi şimdi bir kırılma noktası yaşanıyor. Bu kırılma noktasında bilinç öne çıkıyor. Kırılma noktası; sentetik gerçekliği sorgulamak ya da sorgulamamak. Kısacası, sentetik evrende insanın özüne ve dünyanın doğasına yabancılaşmış bir gerçeklik varken; organik diye de adlandırabileceğimiz bir ikinci evrende ise insanın doğal özüne ve dünyanın özgün doğasına dönebilmişlik arayışında olan bir gerçeklik var. İkinci evrene dair algılar bu bilgi okyanusunda çok daha işlevsel.
SENTETİK EVREN NASIL OLDU
1. Ulus-Devlet olgusu bireye sentetik kimlikler giydirdi. Bu sadece Türkiye'de değil, dünyanın her köşesinde böyle oldu. Bürokrasilere, hiyerarşilere, emir-komutalara, ideolojilere, yani envai türlü sentetik güç merkezlerine bireyin hür ve doğal irade kapasitesini feda ettik. Doğa ile aheng içindeki hürlük hissini körelttik. Kendisi ve çevresi ile barışık olamayan nüfuslar ve kollektif nefret sınıflamaları böylesi bir sentetikliğin yan ürünleri oldu.
2. Başta petrol olmak üzere fosil yakıtların enerjideki egemenliği atmosferi sentetik atıklara boğdu, boğmakta. Ülkelerüstü, devletlerüstü bir kartel halinde böylesi bir enerji kültürü statükolaştı. Algılarımız bu kurgunun alternatifini imkansıza yakınmış gibi bir ihtimale yerleştirdi. Neticede teneffüs edilen hava artık eski hava olmaktan çıktı. Daha da önemlisi, karbon salınımı öyle noktalara ulaştı ki artık telafisi olamayacak sınırı geçtik. Ve algılarımız bunu gündelik yaşamda tamamıyla kanıksamış hal aldı.
3. Gıda ürünleri sentetikleşti: Kimyasal gübrelerden kimyevi koruyuculara, genetiği ile oynanmış tohumlardan sentetik şekere kadar. Doğanın bir parçası olan biyolojimizi sentetik ürünlerle besler olduk. Obeziteyi kanıksadık. Böylesi gıda tüketiminin nice yan etkisini algılarımız gerçeklik olarak kabullenir oldu. İngilizce'de bir deyim vardır, "what you eat is what you are" (ne yersen sen osundur). Açıkçası biyolojik olarak başkalaştık.
4. Ekonomi, sentetik finans ürünleri ile kurgulanmış bir sisteme yerleşti. Bu da bireyin ekonomik faaliyetlerindeki değerlendirme algısını sürekli etkiler hal aldı. Neye niye yatırım yaptığını algılama ihtiyacı hissetmeden bireyler birikimlerini ihtimaller alemine gönderir oldu. Tüm gelecekler ve birikimler rahatlıkla risklere bağlanabilir hale geldi. Bilinçsiz borçlanma hayat anlayışı halini aldı. Öyle ki 2008 finans krizinin kökenlerinde tamamıyla bu algı kaymasının rolü gözlemlendi.
5. Tüketim kültürü tamamıyla irade dışı etkenlerce bireyin karar kapasitesini etkiler bir hale büründü. Öyle ki özellikle Çin'den yola çıkıp tüm dünyaya yayılan sağlıksız ve verimsiz ürünlerin pazar payının devasalığında da böylesi bir algı kaymasının rolünü gözlemler olduk. Çevre, kalite, estetik ve sağlık kaygıları taşımadan üretilmiş mamüller gündelik hayatımıza yerleşti. Algılarımız öyle bir hal aldı ki kaliteli ama çok uzun ömürlü bir ürüne kalitesiz ama çok çok daha kısa ömürlü bir ürünü tercih eder olduk. Kar ettiğimizi sanırken uzun vadede ne zararlar ettiğimizi algılayamaz olduk.
6. Tüketilen sentetik gıdalar bir yandan, sağlık kaygısı taşımadan üretilmiş ve tüketilmiş mamüllerin nice negatif etkileri diğer yandan, kaotik bir sağlıksızlık sarmalına girilmiş olundu. Girildikçe bir diğer yandan da tedavi müptelalığı baş gösterir oldu. Tabiri caizse biyolojik özgürlüğümüzü yitirdik. Bu tüm dünya için geçerli bir açmaz halini aldı. Sentetik ürünlerin bünyemizde var ettiği sorunları yine sentetik ilaçlar ile giderme kültürünü kanıksadık. Bir kısır döngüye hapsolduk.
FARKINDA MIYIZ?
Sonuç olarak, çıkışı olmayan bir sarmal böylece algılarımızı da biçimlendirerek bizlere yeni bir gerçeklik takdim eder hale geldi. Doğa ile ahengli bir gerçekliğin yerini sentetik bir gerçeklik alıvermiş oldu. Bu esnada tabi ki her geçen gün doğanın kendisinden de uzaklaştıkça uzaklaştık. Ve gün geldi, özellikle değişik yörelerden ve birçok kesimlerden böylesi bir düzeni sorgulayan yaklaşımların çıkması ile alternatif bir algı aleminin çatısı kurulmaya başlandı. Bilgi çağının, bilgi okyanuslarını önümüze bocalaması ile de öyle gözüküyor ki bir kırılma noktası yaşanmakta artık. Bakalım, algılarımız doğal hallerine dönebilecek mi? Bakalım bilinç bir sermaye olarak daha sağlıklı ve daha işlevli bir dünyanın var edilmesinde ne denli devreye girebilecek? İnsanoğlu olarak yarattığımız bunca muazzam teknolojiyi yeni bir küresel hamle ile, ekoloji ve insan doğası ile aheng içinde olan bir denkleme yerleştirebilecek miyiz? Ve yükselen bir güç odağı olduğu artık aşikar olan yeni Türkiye böylesi bir kırılma noktasında nasıl bir duruş sergileyecek?
Esas soru şu: Farkında mı, farkında mıyız?
BÜYÜK BİR BİLİNÇ SIÇRAMASI
2012'DE, BÜYÜK BİR BİLİNÇ SIÇRAMASI OLACAK
Son birkaç yılda kişisel gelişim konusuyla ilgilenenlerin sayısında gözle görülür bir artış yaşanırken, bu alanda en büyük ilgiyi kuantum üzerine yapılan çalışmalar çekiyor. Artık hemen herkesin üzerinde hemfikir olduğu bir şey var o da kendi düşüncelerimizin ve seçimlerimizin hayatımızın gidişatını önemli ölçüde etkilediği... Yani ’ne düşünürsek oyuz’. Kuantum fiziği de bu tezi sağlam temellere oturtuyor. İzmir ve İstanbul’da kurduğu Kuantum Eğitim Danışmanlık Merkezi’nde profesyonel kuantum koçluğu yapan ve bu işin eğitimini veren, ’Kuantum Sıçraması’, ’Kuantum Koçluk Programı’ ve ’Kuantum Diyarında Kelebekleri Özgürleştirmek’ adlı kitapların yazarı Nilda Ferhan Efeçınar, hayatını değiştiren kuantumu şimdi geniş kitlelere yaymaya çalışıyor. Ancak bu yayılma sandığımızdan daha hızlı bir şekilde gerçekleşiyor o kadar ki Efeçınar’a göre çoklu evrenlerin varlığı kanıtlanırsa kuantum fiziği demode bile kalabilir. Efeçınar, takvim yaprakları 2011’leri gösterdiğindeyse insanlığın bir bilinç sıçraması yaşayacağını söylüyor.
Kuantum fiziğini, klasik fizikten ayıran farklar nelerdir?
Klasik fizik, madde ve enerjiyi ayrı tutardı. 1930’larda kuantum araştırmaları Max Planck’ın ışığı incelenmesiyle başladı. Planck; ’foton kütlesiz bir enerjidir ve her kütlesiz enerji kütleli enerjinin formunu değiştirir’ dedi ki bu çok önemlidir. Yani düşüncelerimiz kütlesiz bir foton ve enerjidir. Bu enerji, kütleli olan kendi bedenlerimiz de dahil olmak üzere yaşantımızı değiştirebilecek güce sahip. Kuantum, ’madde diye bir şey yoktur, madde denilen her şey yoğunlaşmış enerjidir’ diyor. Klasik fizik ise insan zihninin evrenin şekillenmesinde hiçbir şekilde etkisinin olmadığını söylüyor. Buna göre evren bir saat gibi işler, belli bir mekaniği vardır, insanoğlu bu evrene gelir, yaşar ve gider. Kuantum fiziği ise bu evrenin şekillenmesinde ve yaşamın yönlenmesinde kuantum enerjinin çok büyük bir etkisi olduğunu söyler. En yoğun enerji de düşünce olarak adlandırdığımız insan zihnidir. Buna göre insanlar birçok seçenek arasından birini seçebiliyorlar ve onları yaşayabiliyorlar.
Klasik fizik, madde ve enerjiyi ayrı tutardı. 1930’larda kuantum araştırmaları Max Planck’ın ışığı incelenmesiyle başladı. Planck; ’foton kütlesiz bir enerjidir ve her kütlesiz enerji kütleli enerjinin formunu değiştirir’ dedi ki bu çok önemlidir. Yani düşüncelerimiz kütlesiz bir foton ve enerjidir. Bu enerji, kütleli olan kendi bedenlerimiz de dahil olmak üzere yaşantımızı değiştirebilecek güce sahip. Kuantum, ’madde diye bir şey yoktur, madde denilen her şey yoğunlaşmış enerjidir’ diyor. Klasik fizik ise insan zihninin evrenin şekillenmesinde hiçbir şekilde etkisinin olmadığını söylüyor. Buna göre evren bir saat gibi işler, belli bir mekaniği vardır, insanoğlu bu evrene gelir, yaşar ve gider. Kuantum fiziği ise bu evrenin şekillenmesinde ve yaşamın yönlenmesinde kuantum enerjinin çok büyük bir etkisi olduğunu söyler. En yoğun enerji de düşünce olarak adlandırdığımız insan zihnidir. Buna göre insanlar birçok seçenek arasından birini seçebiliyorlar ve onları yaşayabiliyorlar.
Kuantuma olan ilgi son yıllarda neden bu kadar arttı?
Çünkü bugüne kadar daha kaderci bir zihniyet söz konusuydu. Düşünün, bir anda birileri ’Siz kendi hayatınızı kendiniz biçimlendiriyorsunuz’ demeye başladı. Uzun süre bir çatışma oldu, bunun altında yatan sebeplerden biri de din ve bilimin kavgası. Bugüne kadar gelişen materyalist sistemin tamamen karşıtı olan bir düşünce sistemi olduğundan ortaya çıkmasının geciktiğini düşünüyorum.
Çünkü bugüne kadar daha kaderci bir zihniyet söz konusuydu. Düşünün, bir anda birileri ’Siz kendi hayatınızı kendiniz biçimlendiriyorsunuz’ demeye başladı. Uzun süre bir çatışma oldu, bunun altında yatan sebeplerden biri de din ve bilimin kavgası. Bugüne kadar gelişen materyalist sistemin tamamen karşıtı olan bir düşünce sistemi olduğundan ortaya çıkmasının geciktiğini düşünüyorum.
Bilim çok çabuk ilerliyor, kuantum fiziğinin bir adım sonrasından bahsetmek mümkün mü?
Doğru, geçen yıl CERN’de yapılan deneyde bilim adamları ’Higgs bozonu’ parçacığını yani Tanrı zerreciğini arıyorlardı. Kuantum felsefesinin bir adım sonrası çoklu evrenler... Eğer Higgs parçacıklarının var olduğu kanıtlanırsa o zaman çoklu evrenlerden söz edebileceğiz. Kuantum fiziği der ki; ’bir sürü olasılık vardır, sen bunlardan birini seçer ve yaşarsın’. Yeni kuantum fiziği ise; ’hem su, hem kola hem de kahve içmek istiyorsan evrenlerden birinde su, birinde kahve, diğerinde de kola içersin’ diyor. Akıl karıştırıcı bir durum, paralel evrendeki kendimizden nasıl haberdar olacağız, belki de karadeliklerden bir geçiş olacak... Şu an bildiklerimizle bunlardan haberdar olunamıyor.
BİR ADIM SONRASI PARALEL EVRENLER
2012 yılında kıyamet kopacağına inananlar var. Kuantum düşünce sisteminde bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Kıyametten bahsediyorlar ama bu bildiğimiz anlamda değil. ’Kıyam etmek’ ayağa kalkmak, uyanmak, uyanış anlamına geliyor. Zaten bu süreç başladı. Evrende sadece biz yokuz, uzaylılar gibi farklı varlıklar da söz konusu ve belki de bu dönemde onlarla bağlantıya geçilecek. Beklenen ’kıyamet’ bu dünyanın yok olması değil, zihnin farklı bir algılayış modeline geçmesi şeklinde olacak. Maya takvimi 2011 yılında bitiyor. İşte tam o yıllarda büyük bir bilinç sıçraması olacak. Buna bir nevi ’aydınlanma çağı’ da diyebiliriz.
2012 yılında kıyamet kopacağına inananlar var. Kuantum düşünce sisteminde bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Kıyametten bahsediyorlar ama bu bildiğimiz anlamda değil. ’Kıyam etmek’ ayağa kalkmak, uyanmak, uyanış anlamına geliyor. Zaten bu süreç başladı. Evrende sadece biz yokuz, uzaylılar gibi farklı varlıklar da söz konusu ve belki de bu dönemde onlarla bağlantıya geçilecek. Beklenen ’kıyamet’ bu dünyanın yok olması değil, zihnin farklı bir algılayış modeline geçmesi şeklinde olacak. Maya takvimi 2011 yılında bitiyor. İşte tam o yıllarda büyük bir bilinç sıçraması olacak. Buna bir nevi ’aydınlanma çağı’ da diyebiliriz.
Peki, bu bilinç sıçramasını yapamayanları neler bekliyor?
Ruhsal olarak sıkıntı çekeceklerini düşünüyorum. Çünkü onlar, korku ve endişe alanına inecek. Güven ve sevgi enerjisini yaşayan kişilerse, geçişi çok rahatlıkla yapabilecek. Zihnimizin daha yüksek potansiyelini kullanacağımız, aydınlık bir dönem başlayacak. Aslında böyle bir geçişin olacağı dönemi yaşayacağımız için çok şanslı olduğumuzu düşünüyorum.
Ruhsal olarak sıkıntı çekeceklerini düşünüyorum. Çünkü onlar, korku ve endişe alanına inecek. Güven ve sevgi enerjisini yaşayan kişilerse, geçişi çok rahatlıkla yapabilecek. Zihnimizin daha yüksek potansiyelini kullanacağımız, aydınlık bir dönem başlayacak. Aslında böyle bir geçişin olacağı dönemi yaşayacağımız için çok şanslı olduğumuzu düşünüyorum.
KRİSTAL ÇOCUKLAR BİZİ GEÇİŞE HAZIRLIYOR
Bir de kristal çocuklardan bahsediliyor, bu çocukların 2012 ile bağlantısı nedir?
Kristal çocuklar, Indigo çocuklardan sonra gelen kuşak. Genetik ve düşünce olarak çok farklılar. Aslında onlar bizlere bir şeyler öğretmek, 2011-2012 yıllarında beklediğimiz geçiş alanına hazırlanmamız için geliyor. Beynimizin bazı bölgelerini kullanmadığımızdan kozmik alan bilgilerinin olduğu bölgeden o bilgileri henüz alamıyoruz. Ama bu çocuklarda bu yetenek var. Telekinezi, telepati gibi yeteneklere sahip bir gruptan bahsediyoruz.
Bir de kristal çocuklardan bahsediliyor, bu çocukların 2012 ile bağlantısı nedir?
Kristal çocuklar, Indigo çocuklardan sonra gelen kuşak. Genetik ve düşünce olarak çok farklılar. Aslında onlar bizlere bir şeyler öğretmek, 2011-2012 yıllarında beklediğimiz geçiş alanına hazırlanmamız için geliyor. Beynimizin bazı bölgelerini kullanmadığımızdan kozmik alan bilgilerinin olduğu bölgeden o bilgileri henüz alamıyoruz. Ama bu çocuklarda bu yetenek var. Telekinezi, telepati gibi yeteneklere sahip bir gruptan bahsediyoruz.
Kirli zihinler kuantumla nasıl temizleniyor?
Siz kuantum koçluğu da yapıyorsunuz, bu sistem nasıl çalışıyor?
Kişiler aslında ne yapmaları gerektiğini bilinçaltı düzeyde bilir, ancak zihin bunu bilmez. Çünkü ego kafasını karıştırır. Zihin geçmişte yaşadığı deneyimlere göre olayları farklı olarak algılamaya meyillidir. Geneller, çarpıtır ya da bozar. ’Ne yapsam başarılı olamıyorum’, ’kimse beni sevmiyor’ vs. hepsi bir inanç sistemidir. Kuantum koçluğunda akıllıca sorularla kişinin asıl yaşadıklarını yüzeye çıkartırız. Sorularla bu kişilerin inanç sistemlerini ilk önce bilinç düzeyinde erozyona uğratıyoruz. Sonra diğer koçluklarda olmayan bir şey yapıyoruz ve bunu bilinçaltına yerleştiriyoruz. Bunun sonrasında insanlar kendi güçlerinin, yapabilirliklerinin farkına varıyor. Kuantum koçluğu çok hızlı ilerleyen bir sistem. 4 ana bölümden oluşuyor; öğrenci, yaşam, nefes ve kariyer koçluğu. Kariyer koçluğu; hem şirketlerin hem de şirket içi çalışanları ilgilendiriyor. Hedef; çalışanların şirketlerinin vizyonunu anlayabilmesi ve bu vizyona uyumlu olarak çalışabilmeleri. Her departman için farklı bir çalışma yapılması gerekiyor.
Siz kuantum koçluğu da yapıyorsunuz, bu sistem nasıl çalışıyor?
Kişiler aslında ne yapmaları gerektiğini bilinçaltı düzeyde bilir, ancak zihin bunu bilmez. Çünkü ego kafasını karıştırır. Zihin geçmişte yaşadığı deneyimlere göre olayları farklı olarak algılamaya meyillidir. Geneller, çarpıtır ya da bozar. ’Ne yapsam başarılı olamıyorum’, ’kimse beni sevmiyor’ vs. hepsi bir inanç sistemidir. Kuantum koçluğunda akıllıca sorularla kişinin asıl yaşadıklarını yüzeye çıkartırız. Sorularla bu kişilerin inanç sistemlerini ilk önce bilinç düzeyinde erozyona uğratıyoruz. Sonra diğer koçluklarda olmayan bir şey yapıyoruz ve bunu bilinçaltına yerleştiriyoruz. Bunun sonrasında insanlar kendi güçlerinin, yapabilirliklerinin farkına varıyor. Kuantum koçluğu çok hızlı ilerleyen bir sistem. 4 ana bölümden oluşuyor; öğrenci, yaşam, nefes ve kariyer koçluğu. Kariyer koçluğu; hem şirketlerin hem de şirket içi çalışanları ilgilendiriyor. Hedef; çalışanların şirketlerinin vizyonunu anlayabilmesi ve bu vizyona uyumlu olarak çalışabilmeleri. Her departman için farklı bir çalışma yapılması gerekiyor.
Kaynak: http://Akşam
Bilinç Çağı; 2012 (Eski Çağ’ın Kıyameti, Altın Çağ’ın Doğuşu) YENİ ANAYASA; Altın Cağın Anahtarı Artık Elinizde, Gönlünüzce …;
Bilinç Çağı
Yeni çağın ayak sesleri, bugünlerde gittikce artan ses tonu ile kulağımıza kadar geliyor. 1980 sonlarında başlayan iletişim çılgınlığı, artık herşeyin herşeyle iletişebildiği günümüzde, son merhalesine ulaşmak üzere. Bu yeni dünya, birçoğumuzun alışkanlıklarını temelden değiştirecek bir etki bütünlüğü yaratıyor. Bu değişim kimimize yeni olanaklar sağlarken, kimimizin hayatını da kabusa çeviriyor. Değişimin oluşturacağı çağın başlayacağı yılı önceden tespit etmek için, bugüne kadar dünyamızın geçirdiği evrelere bakmamız gerekiyor.
Bilinç çağının başlayacağı 2012 yılı, hem Nostradamus'un kehanetlerinin, hem de Maya takviminin sonu olması hasebi ile önceden kendisi ile ilgili bize bazı ipuçları bırakmış zaten. Marduk adlı bir gök taşının da aynı dönemde dünyaya çarpacağının söylenmesi, bu çarpışmanın sonunda, Amerika Birleşik Devletlerinin batı kıyısında ki Kaliforniya eyaletinin, ana kıtadan kopacağı ve bir ada halini alacağı da günümüzün astrologlarının kehanetleri arasında.
Benim 47 yaşında olacağım bir yıl olması dışında, nedir bu 2012 yılının özelliği. Çok önceden kurulmuş ebediyet saatinin çalmasına 4 yıl kala, herkesi daha çok kendisine çekmeye başlıyan bir yıl. Batıda pek çok makaleler de, bu yılda zamanın deviniminin değişeceğini ve apayrı bir faza geçileceğini belirten alıntılar yer alıyor. Bu kadar bilinmezin içinde kendimize bir yol bulmaya kalkarsak, işe nereden başlamalıyız? Bu yıla doğru ilerlerken eskiden ya da günümüzde dünyada neler olmakta? Olanlara bakarak gelecekte başımıza neler geleceğini tahmin etmemiz o kadar da zor gözükmüyor.
Birincisi: Günümüzde dünya nufusu hızla artmakta. Artan nufus, beraberinde, dünyanın kısıtlı kaynaklarının daha da hızla artan bir trend de tükenmesini getirmekte. Buzdağları erimekte, dünyayı koruyan ozon tabakası dağılmakta, sular kirlenmekte, ekolojik dengeler bozulmakta, göller kurumakta. Dünya belki de ilk var olduğu günden bu yana, varlığına kast eden bu kadar büyük bir tehdit altına hiç girmemişti.
İkincisi: Hayatın devinimi hızlanmakta. Günler modern çağın insanına artık yetmemekte. Çalışma hayatı, trafik, seyahatler, alışveriş, spor, aylık rutin ziyaretler, eğitim, sağlık problemleri, spor, dinleme ihtiyacı derken günler plan yapmakla ve aralarında boş zaman bulamamakla geçiyor. Bu düzenek, insan pisikolojisinde aynı dünya ekolojik dengesinde olduğu gibi derin erozyonlara sebebiyet vermekte.
Bu ikili süreç, bırakın dünyamızı geleceğe taşıyacak yapı taşlarını oluşturmayı, günümüzdeki modernleşmeye çalışan toplumların bile günlük hayati işlerine büyük sekteler vuracak gözüküyor. Bu kirlenme ve deformasyon karşısında insanlık kendisini yeni çağlara nasıl hazır edebilecek. Zamanla gitgide bozulan eski düzenler olmadan insanlık neyine güvenerek bu hızlı modernleşme sürecini devam ettirebilecek?
Kısaca hem kişisel dünyamız, hem de bizi cevreleyen gerçek dünya, artık bir daralma noktasına doğru hızla akmakta. Hepimiz bir müddet sonra döküleceğimiz çağlayana doğru hızla ilerlemekteyiz. Çağlayanın sesi çoktan kulağımıza gelmeye başladı, ancak kendi başımıza bu gidişe bir dur diyebilme şansımız da pek varmış gibi gözükmüyor. Peki bu gidişe bir dur denmeyecek ise, insanlığın sonunu getirecek bu iki büyük tehdite karşı konmayacak mı? Hep beraber yokoluşumuza seyircimi kalacağız? Nasıl doğa kendi sorunlarını kendi sarmalı içinde hallediyor ise. Nasıl otoburlar çoğlamaya başlayınca, et yiyenler coğalıyor. Et yiyenlerin çoğalması otoburları azaltıyor ve sonra azalan otoburlar, etoburların açlıktan ölmesi sonucunu getiriyorsa. Bu denge hayatın kendi içinde çoğalan ve azalan kefeleri ile yeni duruma kendini adapte edebilme elastikiyeti verebiliyorsa. 2012 yılıda bu gidişe bir dur denecek olan yıla işaret ediyor sanki.
Dünyanın fiziksel yapısı da, hepimizin pisikolojik yapısı da insanlığı bu seviyesi ile çok uzaklara taşıyamayacağına gore. İnsanlık bilinci bir çağ atlamadığı müddetce yok olmaya mahkum gibi gözüküyor. Yoksa eski takvimlerin son bulduğu 2012 yılı, insanlığın bu düzeydeki bilincinin öleceği ve yerine altın çağa adım atabilecek bir bilinç seviyesinin ortaya çıkacağı bir yıl mı olacak? Bu güne kadar hep görsel anlamda oluşan çağlar. İşte taş devri, bronz devri, orta çağ, yeni çağ v.s. artık ilk defa kendini bilinç anlamında ortaya koyacak ve yenileyecek. İnsanlık nesli dünyaya ayak basdığı o ilk günden sonra, ilk defa kendi özü anlamında bir çağ değişimi ile karşı karşıya kalacak. Marduk'un dünyaya çarpması sonrasında ortaya çıkacak manyetizma, İsviçre'de yapılan çağın deneyi sonrası oluşacak dalgalar, bize yeni dünyanın kapısını açacak belki de.
Bunlar hepsi bir hayalmi, yoksa bir sihirli el bizleri uzaya gidecek ve yepyeni dünyalarda yaşayacak kaliteye eriştirmek mi istiyor. Doğa, bu zor durumdan kendisini kurtaracak bir formulü gene kendi başına bulmayı becerebilecek mi, ne dersiniz?
Serdar İNAN,
2012 (Eski Çağ’ın Kıyameti, Altın Çağ’ın Doğuşu)
YENİ ANAYASA
Anayasa: Bir devletin temel kurumlarının nasıl işleyeceğini belirleyen, bazı ülkelerde yazılı, bazılarında ise yazısız genel kabul görmüş kurallar bütünüdür. Anayasa ile ayrıca kişilerin temel hak ve özgürlükleri güvence altına almıştır.
Anayasa, bir devletin yönetim biçimini belirtir. Devletin temel kanunudur Vatandaşların temel hak ve görevlerini bildirir.
Eski anayasa tanımıyla başladık ama önce yeni anayasanın doğru tanımını yaparak işe başlamalıyız. Yeni tanıma göre yeni anayasa yazılmalı. Yukarıda yazılı anayasa tanımıyla, Altın Çağ’a ışık tutan, bize bakan bölgesel gözlere rol model olan bir ülkenin elifbasının çıkması mümkün değil. Eskide çok etkili olan 1776 yılı Amerika Bağımsızlık bildirgesi de zamanında tüm dünyaya meşale tutmuş ve günümüzde Wall Street olaylarıyla eskidiğini göstermiştir. 236 sene sonra solan bir bildirge de bizim sayemizde belki üç binli yıllara kadar tüm insanlığa ışık tutan bir lazer güdümlü ışık ile değiştirilebilir.
Bağımsızlık bildirgesi, o gün Avrupa’da ki baskıdan, fakirlikten, darlıktan kaçan insanların bir infialle yazdıkları, ama sonra para ile kavuşunca tam uygulayamadıkları bir metin. Bu metin daha sonra 1789’da Fransız ihtilalini tetiklemiş ve dünyamızı günümüze taşımıştır. Bu metinde eksik olan ve bizi geleceğe taşıyacak anayasaya koymamız gereken tat nedir? ‘Önce insan ama gerçekten’ . Örnek vermek gerekirse, tüm insanlığa özgürlük vaad eden bildirge sonrası, siyah ırk kendilerinde rahatlatan bir uygulama göremediler. Siyah ırk bugün bile tam olarak batıda özgür değil. Bu anlayışla gidersek bizim kurgulayacağımız anayasanın yazısı, akılda, dilde kısaca gönülde dahi insan kendini bulmalı, tüm ülke bu yazıt üzerinde antakt kalmalıdır. Bu sebeple anayasanın felsefesi ruhu halkımızla paylaşılmalı, yüce gönüllü ulusumuzun tam katılımı mutlaka temin edilmelidir.
Irk, din, dil temalı değil ama sevgi başlıklı, bölgesel değil ama evrensel, güncel değil ama kıyamete kadar devam edecek eskimeyecek kendini yenileyebilecek bir yazı olmalı. İnsanların bize bakışıyla, bizim onlara bakmamızı gerektirmeyecek, yaratılışın ilk anının perspektifiyle, günümüzün çeşitsel anlayışlarını harmanlayabilecek, ayrılıklarımızda dahi birliğin bulunduğunu hatırlatan bir lezzette olmalıdır. Lisanı huzur veren, yönlendiren, hükmetmeyen ama dileyen arzu eden olmalı, sözde değil özde insancıl olmalı. İnsanı alıp gönüllerde çıkması gereken en yüce yere oturtmalı, yanlışın, doğrunun, hatanın, mükemmelin ayrılmaz parçası olduğunu, iyi insan olabilmenin kötüyü bilmek ve yan yana oturabilmek olduğunu idrak edebilmelidir.
Kısaca sözü bir özdeyişimle kapayayım,
‘Tüm yapraklar aynı olsa idi, nerede kalırdı ormanın güzelliği.’
Mimar Serdar İNAN
29.11.2011
29.11.2011
İnanlar Yönetim Kurulu Başkanı
Altın Cağın Anahtarı Artık Elinizde, Gönlünüzce …
İletişim çağı neticesinde, artık karanlık hiçbir nokta dünyada kalmadı. Projektörler açıldı ve heryer aydınlandı. Kredi kartları, telefon konuşmaları, alımlar, satımlar, girişler, çıkışlar, artık herşey kayıt altında. Istendiği zaman siz ne yapmışsınız, nereden geçmişsiniz kayıtlara ulaşmak mümkün..
Eskiden bilgi kralların elinde imiş. Krallar bilgiyi kullanarak güçlerine güç katar olayları istedikleri gibi yönlendirirlermiş. Artık bilgi herkesin elinde. Internet bilgiyi ışık hızında her yere saçıyor. Artık herkesin kral olduğu bir döneme giriyoruz. Bu sayede patronlar eskisi kadar güçlü değil. Babalar eskisi kadar güçlü değil. Hatta krallar dahi güçlü değil. Işte Arap baharı işte yıkılan Sovyetler vs, örnekleri çoğaltmak mümkün. Peki bu gücün yayılması dünyada neleri değiştirecek?
Değişmeyen hiçbir ilişki, kural kalmayacak. Tüm dünya düzeni bu çok başlı güçlülük hikayesiyle yeniden yazılacak. Insanlık hiçbir zaman bu kadar birbirine yaklaşmış olmayacak. Artık babalar çocuklarına, ağalar marabalarına, devletler milletlerine yanaşacak. Radikalizm, uc olmak kavramı, bencilik bitecek, bizciler tüm dünyaya egemen olacak.
Şirketler müşterilerine, doktorlar hastalarına, üreticiler tüketicilerine kulak verecek; onların istek ve arzuları çercevesinde işlerini yürütecekler. Internette Serdar İnan diye girdiğiniz zaman önünüze bir dünya açılıyor, benim bile bilmediğim nice bilgi dijital dünyada benim egemenliğim dışında dolaşıyor. Bu olgu beni de size yaklaştırıyor, yaklaştıracak. Beni, ‘biz’ yapan bir olgudan bahsediyoruz, yavaş yavaş hepimizi sarıyor, farkında olanımız var, olmayanımız var. Artık bu yeni düzene kızıp evde durmak, kalmak yok. Bu olgu ancak doğru yönetilmeye layık, yoksa tepenin dağa kızması kadar, olmazı istemiş oluruz. Bu yeni durumun, halin adı ALTINCAĞ. Başlangıç yılı 2012. Yani Maya’lara göre kıyamet! Evet kıyamet ama eski dönemin kıyameti, yeni dönemin ise doğumu.
Altıncağ’ın annesi iletişim çağı’ babası ise ‘www’ .
Hayırlı olsun...
Devamı gelecek!..
Devamı gelecek!..