BAĞIMSIZ YARGI, TARAFSIZ ADALET…
Mustafa Nevruz SINACI
23 Ağustos 2009 Pazar günü Bodrum/Yalıkavak Marina-Anfi Tiyatrosu’nda yapılan “Bağımsız Yargı ve Tarafsız Adalet” Paneline konuşmacı olarak katılan Yargıtay Cumhuriyet Onursal Başsavcısı Vural Savaş, Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Süheyl Batum, Gazeteci-Yazar Tuncay Mollaveisoğlu, Gazeteci-Yazar Uğur Civelek, Ekonomist Ümit Zileli;
BOL BOL ALKIŞ…
Ergenekon’u şiddetle tenkit ve tekzip ettiler, alkışlandılar,
AKP ve AKP hükümetinin icraatlarını eleştirdiler, alkışlandılar,
Bitmedi!.. Ulus devlet, lâik devlet, özgür halk ve tam bağımsızlık kavramlarını her telâffuz edişlerinde ve Atatürk devrimleri dile getirildikçe alkışlandılar…
Bana göre, panelistlerin ve onları alkışlayanların gözden kaçırdıkları gerçek:
Eleştirilmesi gereken “AKP değil, AKP’nin de temsil ettiği elli yıllık zihniyetti”…
Öyle ki, onlara göre, AKP iktidarda olmasa sorun kalmayacaktı..
OYSA!...
Panel’in ana konusu olan “Bağımsız Yargı ve Tarafsız Adalet” üzerinde pek fazla durulmadı. Panelde popülizmin ön plâna çıkışı, adalet ve hukuku geri plâna itti. Demek ki, panelistler ve katılımcılar için önemli olan hareket, heyecan ve desarj olmaktı. Bilim değil!.. Zaten salonun katılımcı yapısı, gelenlerin ilgi, dikkat ve konsantrasyon durumu, her hangi bir maç ortamında buluyor olmaktan farksızdı.
Buna karşın salonda son derece ciddi olanlar da vardı.
Örneğin “davetsiz misafir ve korsan katılımcı” Galip Baran…
Biz Kaç Kişiyiz, Atatürkçü Düşünce Derneği, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile Cumhuriyet okurları (Cum-ok) tarafından düzenlenen ve yaklaşık 2000 kişinin katıldığı panele “O” davetli değildi. Mutadı veçhile “durumdan vazife çıkartarak” gelmiş olmalı idi. Bu defa çok önemli bir nedeni vardı. Zira Galip Baran bu Panel’e, Bilinç Üniversitesi’nin başlattığı ‘Yetmiş milyonluk ülke Türkiye’ Projesi’ni tanıtmak için katılmış bulunuyordu.
Göğsünde “Yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi” sırtında “Yetmiş milyonluk aile Türkiye” yazılı bir önlük giymiş olan Galip Baran, projeyle ilgili olarak hazırlanan “ayrıntılı bilgi ve tanıtım” dosyalarını panelistlere tek – tek elden verdi...
Konuşma aralarında, fırsat buldukça veya müsait oldukça, dosyaları şöyle bir gözden geçiren panelistler, Baran’ı ciddiye almamış olacaklar ki hiçbir tepki vermediler.
Diyelim ki, gerçekte “az ve öz olan” metinleri dikkatle okuyamadılar.
Okudular da, “çok öznel ve bilimsel olduğu için” anlayamadılar herhal.. Ya sonra!
Belki onlar da, salonda ve sokaktakilerin çoğu gibi, Baran’ın, tıpkı Salvador Dali, Plâton, Dijojen veya diğer dâhiler (Yunus Emre, Şems-i Tebrizi, erenlerden bir er) gibi ‘zararsız bir deli’ olduğuna hükmetmiş olabilirler..
AH KEŞKE!..
Keşke, dosyada yer alan ve tek, tek adlarına düzenlenmiş “Diğerkâmlık Andı”nı daha sonra olsun okusalardı. Panel günü davet edildikleri Bilinç Üniversitesi’nin Turgutris’deki bürosunu bir ziyaret etselerdi. Kurucu Rektör Galip Baran ve arkadaşları ile konuşsalardı.
Bürodaki arşiv ve “aksiyonlara ilişkin” belge ve bilgileri gözden geçirselerdi.
Bu koca-koca Prof.’lar, yakın zamanın büyük devlet ve bilim adamları.. Hiç olmazsa bu kadarcık bir zahmete katlansalardı; 70 milyon diğerkâm kişiden oluşan Türkiye’de, “polis, yasa, jandarma ve yargı”ya günümüzdeki kadar gerek kalmayacağını, “adalet ve hukuk”un sorun olmayacağını öğrenirlerdi.
Devletin büyük, büyük sorunlarıyla ilgili devasa şöhrete sahip bu dev adamlar;
Ne yazık, “gerçek hukuk ve evrensel adalet” ile yüzleşme fırsatını kaçırdılar…
***
GÖNÜLLERDE Kİ BAŞBAKAN
Mustafa Nevruz SINACI
Devlet biçiminde organize toplumlarda, iki sınıf çok önemlidir.
Biri Ulema... Alimler, yani aydınlar, insanlara ışık tutan, aydınlatan ve yol gösteren mürşid-i kâmiller, kanaat önderleri, bilim adamları, “öğreten ve eğitenler” sınıfı..
İkincisi: Ümera, amirler, “idare edenler” anlamında yönetici sınıf.
Toplumsal imtizaç (karşılıklı saygı, anlayış ve barış) sağlamlık, huzur, refah ve istikrar bu iki sınıfın “ehil” olmasına ve görevlerini “ehliyet ve liyakatle” yapmalarına bağlıdır.
Güncel anlamda namuslu, dürüst, ahlâklı, ilkeli-onurlu ve sorumlu Prof’lar ulema;
Aynı özelliklere sahip olmakla; Objektif bilim, adalet, hukuk ve hak kavramını bizzat nefsinde yaşayan, adeta bir ibadet gibi uygulayan, cüzdanına değil, ilim, irfan ve vicdanına kulak veren; Rüşvet, iltimas ve suiistimale kesinlikle meyletmeyen, şerefli, soylu, haysiyet ve karakter sahibi: Muhtar, Belediye Başkan ve Encümeni, Vali ve maiyeti, Milletvekili, Bakan, Başbakan ve Cumhurbaşkanından oluşan geniş kitle ümera....
Meselâ ulemadan bir kimse, ümera (amirler, idare edenler) lehine yalan söyler, aykırı hüküm verir, yağcılık ve yalakalık yaparsa; onun hükmü “kelp” yani köpekliktir. Hatta kuduz veya saldırgan olmayan munis ve muhlis bir köpek ondan daha memnu, muteber ve şereflidir.
Seçilmiş veya atanmış yöneticilerden; İnsanlar arasında adalet, hakkaniyet ve hukuk’u gözetmeyen, karar ve tasarrufatını halkla müşavere ve mutabakat esasına göre yapmayan; Hüküm de ‘adalet, hak, hukuk ve hikmet’ gözetmeyen, Zahirde İslâm ve insan sanılsa da, gerçekte domuz, sırtlan, kene veya çakal hükmündedir. Çünkü aydın, amir ve idarecilerin görevi: adalet’le dosdoğru çalışmak; Hak yolunda yürüyerek halka hizmet etmektir.
Her Asil bunu böyle bilir ve bu miyar üzre “gönlünde şöyle bir başbakan” yatar.
HALKIN GÖNLÜNDE YATAN BAŞBAKAN
Kendi yararından çok başkalarını düşünmeli, halka yararlı olmaya çalışmalı, halkın iyiliği için elinden geleni esirgemeyen birisi, Eş deyişle, diğerkâm bir kişi olmalı. Tıpkı sokaktaki insanların Galip Baran’a “Keşke herkes senin gibi olsa, keşke sen başbakan olsan” dedikleri gibi; Ahlakın övdüğü ve ahlaklı olmanın gerektirdiği doğruluk, yardımseverlik, yiğitlik, bilgelik, alçakgönüllülük, iyi yüreklilik, ölçülülük gibi niteliklere; ahlaken iyiye yönelik, ruhsal yetkinliğe sahip bir insan, erdem sahibi varlık;.. Her türlü tartışmanın dışında, üstünde bir düşünce, inanışa ve temel bilgiye sahip, bir başka deyişle, ilkeli bir insan olmalı.
İnanmak size zor gelebilir, ama ben kanlı canlı ‘nadirden’ bir varlıktan;
Çevre, tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet, iş ahlakı, milli servet, imar ve her şeyi devletten bekleme gibi alanlarda başlattığı, ‘okul dışı eğitim’ olarak tanımladığı çalışmaları yaparken, kendini tanıyan, yurdunu ve milletini özünden çok sevmeyi öğrenen, yasa bağımlısı olan, “Bilgi Çağı”nı yaşarken “iklim değişikliği”nden sorumlu “Muasır Medeniyet”i aşarak, “Bilinç Çağı”nı idrak etmiş, bu süreçte edindiği “tecrübi bilgi” ile Bilinç Üniversitesi’ni kurmuş, kendisini bu Üniversitenin “Baş- amelesi” olarak tanımlayan, Bodrum’un Turgutreis Beldesi’nde yaşayan, insanların kendisinden farkında olmasalar bile çok şeyler öğrendikleri Galip Baran’dan, Galip Hoca’dan söz ediyorum.
Evet, insanlar O’na; “keşke sen başbakan olsan, ya da başbakan da senin gibi olsa” diyorlar ya; İşte ben Galip Hoca’yı; yalnız hakkında yazılanlardan, ya da yazdıklarından değil, çalışmalarını izleyerek, gözleyerek tanıyanlarla görüşerek, tanımayanların anlattıklarını dinleyerek halkın içinde tanıdım.
Abarttığımı düşünecek olanlara, Hoca’yı yaşadığı ortamda, Turgutreis’te tanımalarını öneririm. Galip Hoca’yı zaten tanıyanlara ve tanıdıktan sonra, “haklıymışsın” diyenlere, bana hak verenlere, soruyorum:
“Bu ülkenin, namuslu-dürüst-demokrat, ilkeli, onurlu, erdemli ve sorumlu, ilimle amel eden vekâleten amir ve aydınları ile Galip Baran gibi diğerkâm bir Başbakanı olsa nasıl olur?”
3 Eylül 2009 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder