EREĞLİ (Konya)'NİN TARİHÇESİ Ereğli adı; Bizans İmparatoru Herakliyüs adı ise Yunan mitolojisinde yarı tanrılaşmış bir kahraman olan Herakles`ten gelmektedir. ''Herakliyüs'' kelimesi zaman içinde Türkçe'nin ses yapısına uygun olarak; Herakle - İrakle - Eregle - Eregli - Eregliyye - EREĞLİ şeklini almıştır. Evliya ÇELEBİ SEYAHATNAME sinde ise Alaattin KEYKUBAT' ın Ereğli` den bir sefer dönüşü geçerken Peygamber Pınarı denilen (şu anda Akhüyük köyünde bulunan) çamurun ,.yaralı askerlerinin yaralarına şifa olduğundan dolayı buraya ERKİLİ (Ereğli ) dediği için adini buradan aldığı yazılır. Ereğli İç Anadolu ile Çukurova arasında geçit bölgesinde bulunduğu için pek çok devletin egemenliğine geçmiş, tarihte önemli savaşların merkezi ve geçit güzergahı olmuştur. Anadolu'da M.Ö. 3000 ve 2000 yıllarında bir çok şehir devleti kurulmuştur. Önce Hititler tarafından kurulan Tuvana Krallığı (Tyana'Heraklia) da bu şehir devletlerinden biri olup, 1200-742 yılları arasında merkezi Ereğli olmak üzere hüküm sürmüştür. Bu krallıktan günümüze Kral Warpalavas'a ait İvriz Köyü (Aydınkent) kaya kabartması kalmıştır. Tuvana Krallığı'nın yıkılmasından sonra Asurluların egemenliğine geçen Ereğli pek çok savaşa şahit olmuştur. Ereğli M.Ö. 64 yılında bütün Anadolu ile birlikte Romalıların eline geçmiş 395 yılında Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılmasıyla Doğu Roma (Bizanslılar) İmparatorluğunun sınırları içerisinde kalmıştır. Arapların Doğu Roma İmparatoru Heraklius'u yendikleri Yermük savaşından sonra Adana ve Tarsus'tan Toroslara kadar ilerleyen Hz.Ömer Bizans akınlarına karşılık İç Anadolu'ya yapılan akınlar sırasında Ereğli'nin gelirinin Beytül Mal'a gönderilmesini Bizans'a kabul ettirmiştir. Abbasi Devletinin zayıflamasıyla tekrar, Bizans hakimiyetine geçen Ereğli'yi Bizanslılar bir üst olarak kullanmışlardır. Ereğli Malazgirt Savaşı'ndan altı yıl sonra (1077) Kutalmışoğlu Süleyman Şah .zamanında Anadolu Selçuklularının eline geçmiştir. Karamanoğlu Mehmet Bey, 1276 yılında Konya'yı alarak Karamanoğulları Beyliğini başkent yaptı ve Ereğli bu Beyliğe bağlanmış oldu. 1398'de Osmanlı topraklarına katılmışsa da daha sonra ki zaman sürecinde Karamanoğulları ile Osmanoğullları arasında el değiştirmiştir . 1457 yılından itibaren kesintisiz olarak Osmanlı yönetimine girmiştir. Osmanlılar zamanında Ereğli'ye bir çok vakıf, camii, kervansaray, türbe yapılmıştır. Ulu cami, Rüştem Paşa Kervansarayı, Şifa Hamamı kullanılmaktadır. Milli Mücadele döneminde Adana ve çevresini işgal eden Fransızlar, Akdenizi Anadolu'ya bağlayan yol üzerinde bulunan Ereğli'yi işgal etmeyi planlamıştır. Ancak Ereğli Guvarnörlük'üne yazılan bir mektubun Ereğli postanesinde ele geçirilmesiyle işgal planı anlaşılmış, Niğde'de bulunan 126 Alay Komutanı Alb. Rüştü Bey Ereğli'de Kuva-i Milliye'yi kurmuş, Ereğli'yi işgale gelen bir Fransız Yüzbaşısı ve emrindeki askerlere bu fırsatı vermemiştir. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Konya iline bağlı bir ilçe olarak örgütlenmiştir..
25 Mayıs 2010 Salı
İSLAM, KUR’AN VE IRKÇILIK Mustafa Nevruz SINACI 09 – 16 Mayıs 2010 tarihlerinde, önce Anayurt Gazetesinde yayınlanan, daha sonra da bazı mahalli, bölge, ulusal, uluslar arası ve internet medyasında ağırlıkla yer alan “TBMM Millet Vekilliği” ile “Türk İnkılâbının Yönetim İlkeleri” adlı makalelere; sayısız kutlama, tebrik, olumlu-olumsuz tepki, yorum ve katkı aldım. Bunlardan birisi, mutlaka açıklanması, incelenmesi, değerlendirilmesi ve okuyucular ile paylaşılması zorunlu olanlardan!... Şimdi, adı ve adresi tarafımda mahfuz ve açıklanmasını istemeyen “saygın bir emekli Öğretmen’in” öneri, açıklama istemi, katkı, yorum ve tenkit’ini aynen bilgilerinize arz ediyor ve sizlerle paylaşmak istiyorum: “Sayın Mustafa Nevruz SINACI Bey; Belki yanılıyorum. Ama gördüğüm kadarıyla kafanız hayli karışık. ANAYURT Gazetesinde 09 ve 10 Mayıs 2010 tarihlerinde “TBMM Millet Vekilliği ve Türk İnkılâbının Yönetim İlkeleri” konu başlıkları ile yayınlanan makalelerinizde; Bir taraftan İslâm’ı ve O’nun ana kaynağı olan Kur'an'ı ileri sürerken, diğer taraftan onunla taban tabana zıt olan ırkçlık fikrini öne çıkarıyorsunuz. Şurası unutulmamalıdır ki; hiç bir ırk diğerinden ne üstün nede aşağıdır. Yeryüzünde Rum ne ise Rus'ta odur. Fransız ne ise Türk'te odur. İnsanları ayıran özellik, değerleri ve inançlarıdır. Hülâgu, Türk'tür. Ama dünyanın en acımasız katilidir. Bağdat'ta ve girdiği her şehirde kafalardan kaleler yaptırmış, onu izlerken büyük bir zevk almıştır. Aynı şekilde Osman bey veya Fatih'te Türk'tür. Ama gittikleri her yere adalet, huzur ve güven götürmüşlerdir. Çünkü inançları bunu gerektiriyordu. Irk vardır. Ama insana hiç bir şey katmaz veya insandan hiç bir şey götürmez. Ya Türk olmakla mutlu olunmaz. Olmamakla da mutsuz olunmaz. İnsanı değerleri yani takvası üstün yapar veya alçaltır. Yetmişli yıllarda insanlar yaptıklarına göre taktir edilirlerdi. Şimdi ise ırklarına göre takdir ediliyorlar. Nazım Hikmet, ne kadar büyük şair olursa olsun -ben büyük şair olduğunu düşünmüyorum.- bu vatandan kaçmış "Beni Lenin yarattı." diyecek kadar sosyalist olmuş ve yıllarca "Bizim Radyo" dan Türkiye aleyhine konuşmuştur. Ama şimdi her kesim tarafından hayret edilecek kadar değer görüyor. Solcular, solculuğun artık para etmediğini görünce Atatürkçü oldular. Daha önce savundukları değerleri Atatürkçülük maskesi altında savunuyorlar. Dindar olanların bunu neye dayanarak yaptıklarını hiç anlamış değilim. Yine İsmet İnönü, bu memleketin camilerini at ahırı yapacak kadar ileri gitmiştir ve Kur'an öğrenmeyi yasaklayacak kadar din düşmanıdır. Heyhat görüyorum ki, bir milliyetçi bile sırf Türk olduğu için İsmet İnönü'yü övebilmektedir. Şimdi soruyorum, ırkçı mı olalım, yoksa değerleri olan inançları, ülküleri olan bir toplum mu? Şayet ırkçı olalım derseniz sizin bileceğiniz bir şey... İsmet İnönü veya Nazım'ı yüceltme hakkına sahipsiniz. Şayet değerleri olan bir toplum olalım derseniz, o zaman bu ve buna benzer şahısları övmek Müslüman’a yakışmaz. Çünkü İslam tek millet olduğu gibi küfür de tek millettir. Bunu Kitabımız olan Kuran böyle açıklıyor. İkisi birden olamaz. Ya o, ya bu!.. Sayın Sınacı, donanımlı birisi olduğunuzu gördüğüm için yazıyorum. Boş birisi olsaydınız bu kadar emeğe değmez derdim. Ama dolusunuz. Ahiret’de hesabınızı Türklük üzerinden değil, inancınız üzerinden vereceksiniz. Bunu yazılarınızla siz söylüyorsunuz. Öyleyse Türk olmakla birlikte İslâm kardeşliğini tesis etmenin yollarını arayalım. Görülecektir ki Kürtçülük, Türkçülük, Arapçılık ve diğer "çılıklar" kalkınca dünya daha güzel ve adil olacaktır. –çılıklar- bize küçük kaleler oluşturarak bizim diğer insanlarla sağlıklı iletişim kurmamızı engellemektedir. En içten sevgi, selam ve saygılarımla…” (Sabahattin Bey, Emekli Öğretmen) Cevap ve mütalâamı, inşallah bir sonraki yazımla vereceğim. İNSANİ BOYUT VE BİLGİ TOPLUMU Mustafa Nevruz SINACI Bu makale, “İslam, Kur’an ve Irkçılık” başlıklı yazıda; adı/soyadı mahfuz, Emekli Öğretmen’e vaat ve taahhüt ettiğim cevap ve mütalâadır. Son teatimizde: “..yazınızı merakla bekliyorum.Bu milletin (Türk, Kürt, Laz) tüm unsurlarıyla kucaklaşma, sarılma, birbirlerini anlama ve birlikte yaşamaya muhtaç oldukları bir dönemde inşallah sizinde yazınız bir tutkal olur” demektedir. İşte mütalâa: Konuyu Ayet, tarih ve sosyolojik boyutta inceleyecek, irdeleyeceğim. Şöyle ki: 1. Etnik kök (ırk) ve buna paralel dil ve kültür öğesi: Yüce Yaratıcının, insanlara ihsan ettiği bir lütuf, zenginlik, kıymet ve hikmettir. Büyük âlim ve evrensel bilim adamı, sosyolog İbn Haldun, ‘uygarlık’ ve ‘Irk’ kuramını şöyle açıklamış ve tanımlamıştır: “Irkların oluşumunda nesep, iklim, coğrafi bölge, semt, adet ve ayırıcı vasıf gibi pek çok faktör etkilidir. Biyolojik ırk kuramları asılsız ve yanlıştır. Güney ve kuzeydeki ırklar (beyaz, sarı ve siyahlar) hakkında iddia edilenler gerçek dışıdır. Bu ırkların yaradılıştan böyle oldukları kabul edilemez. Tam tersine, bunu tayin edici olan faktörler haricidir. Irklar sabit ve standart değildir, ortam ve şartlara bağlı olarak değişebilir. “Hiç şüphe yok ki, bahis konusu hususların ve vasıfların hepsi, nesilden nesile geçerken değişir. Bu gibi şeylerin sürekli ve aralıksız devam etmesi de zaruri değildir. Kulları hakkında Allah’ın sünneti (âdeti ve kanunu) budur ve ‘Sen Allah’ın sünnetinde (tabii ve ictimai olan ezeli nizamında) bir değişiklik bulamazsın.(İbn Haldun, Mukaddime; Aristoteles, Politika; Alâeddin Şenel, Irk ve Irkçılık Düşüncesi).. Ayet: “Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haber alandır. (Hucurat Suresi, 13) Bunlar, ilim, bilim ve sosyoloji adına evrensel kabul görmüş “müseccel” gerçeklerdir. Şu hale nazaran; Nizam-ı âlem’in zorunlu kıldığı akli, haklı, hukuki ve adil zaruretler dışında; Müesses milli devletlerin huzur, emniyet ve tesanütlerini zedeleyecek biçimde etnik kök, ana dil ve paralel unsurlara bağlı siyaset yapılamaz. Ayrılık/gayrilik ileri sürülemez. Bu ve benzer fiiller ancak ve sadece: Dâhili bedhahlar (gizli ve sinsi iç düşmanlar), dış kaynaklı terör ve tedhiş unsurları ve sair süfli varlıklar ile cahil avam tarafından ifa ve icra olunabilir. 2. Din, inanç ve mezhep öğesi: Dinsizlik (ateizm, deizm), inançsızlık hali de, buna paralel olarak ele alınmak ve değerlendirilmek zorunda ve durumundadır. Dolayısıyla, din, mezhep ve tarikat konularında tam fanatik, faşist-despot, koyu şeriat ve hilâfet tutkunu İsrail, Avrupa ve ABD dışında, İslâm dünyası son derece makul, mantıklı ve akıldan yanadır. Kaldı ki, İslâm Şerait’i (şeriat değil); yani İslâm Hukuk’u da barış, kardeşlik, hoşgörü, insani boyut ve bilgi toplumu olmayı, yani: ‘huzur, sâadet, zenginlik, özgürlük ve güvenlik iklimini’ emreder. Özgür olmayan Müslüman’ın Cuma namazını kılma yükümlülüğü yoktur bilir misiniz? Gerçekte yeryüzü ve kâinatta tek din vardır. O’da İslâm dini, Müslümanlıktır. İlk Ata’mız Hazreti Adem’den son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa A.S. dâhil bütün Peygamberler millet ve ümmetleri Müslüman’dır. (Bak: âl-i İmran Suresi âyet: 19, “Allah indinde tek din İslâm’dır.) Dahası Müslümanlık/Kur’an-ı Kerim canlı-cansız bütün varlıklara mutlak saygıyı; yaratılanı yaratandan ötürü sevmeyi, sahiplenmeyi ve korumayı, himayeyi emreder. Bu vasıf, vazife şuuru ve bilinç’e sahip Müslümanlar yeryüzünün efendileri ve Allah’ın halifeleridir. Bu İslâmi boyuttur. Bir alt boyut “İnsani Boyut ve Bilgi Toplumudur” İslâm şerait’le bu boyutu düzenler. Anayasa, yasa, bilumum kural ve kaidelerin hedef kitlesi de bu boyut insanıdır. Çünkü İslâmi boyut sorundan münezzehtir. Şu hale nazaran: Küresel ve evrensel boyutta etnik kök/din/dil/mezhep veya tarikat; İnsan olanlar için sorun değil; Zenginlik, terakki (gelişme) unsuru, devlet-demokrasi, “iyi, namuslu-dürüst, ilkeli, onurlu-sorumlu ve kaliteli” yönetimin sebep ve hikmetidir. Diğer unsurlar ise “insan” olarak kabulü kabil olmayan alt, primitif varlıklar ve mazarrattır!.. *** DİKKAT!..Yazışmalar için e.POSTA: gercek.demokrat@hotmail.com
BİR İLİM ADAMI VE KANAAT ÖNDERİ'NDEN YORUM; "İslâm, Kur'an ve Irkçılık" yazısında kavram karmaşası görüyorum. Bu karışıkların sebebi; İlahî vahy ile gelen saf ve berrak ilme beşerî zanlar bulaşmış olduğundan Hakkalyakıyn'e ulaşmaktan öte, aynelyakın ve ilmelyakın derecesinde tatmin edici olmuyor. Bugün İslâm toplumlarına baktığımızda, bırakın takvavı ve verayı, hatta mu'min vasfını, İslâm'ın resmî durumu bile bid'at ve hurafelere boyanıp, fırka ve mezhepler, tarikatlerle Âl-i İmran 1ö3. ayetine ters düşecek kadar Allah'ın ipinden uzaklaşılmış, Hidayet edecek Ehlibeyt'in yerine masum olmayan nitelikleri zayıf kimseler önder olmuş. Allah'ın yeryüzüne halife yaratacağım derken, meleklerin soru şekli geçmişte gördüklerinin benzeri olan kan dökme ve fesadın yaşanmaması olayı, Âdem'den önce de insan'a benzer çeşitli toplulukların gelmiş olmalarıdır. Yoksa meleklerin gelecek hakkında fikir yürütecek bilgileri yoktur. İşte burada halife olmak, önceki helak olmuş ilk insanlar tabir edilen çeşitli varlıkların yerini alacak homo sapiens'in yaratılmasıdır. Halifetullah da bu Âdem neslinden gelecek Allah'ın hüccetleri olan masum hidayet önderleri kastedilmektedir. Yoksa her önüne gelen vasıflı vasıfsız beşer kastedilmemektedir. Bu halifeler Allah tarafından seçilmişlerdir. Yoksa devletin başına cebren ve hileyle geçen ve halife unvavını alanlar da değildir. Evet insan ırkının günahlarla kirlenmemişi buna hak kazanmaktadır ama bu bütün o toplumu kapsamaz. Seçilmiş bireyler söz konusudur. Sonra hiçbir ırkın diğerine üstünlüğü yok, üstünlük bireyin takvasındadır. "et-taasubu küfrün" (taassub = ırkçılık, kavmiyetçilik, şovenizm; küfürdür) der Hz. Peygamber (saa). Türk-İslâm Sentezi kavramı da İslâm ümmetini bölmek ve parçalamak, İslâm kardeşliğini zedelemek için kondu. İslâm ve Türk meseleleri ayrı ve aynı olarak ele alınmalıdır. 1. Dünya Savaşı sonrası, İslâm ülkeleri, batıdaki gibi, bölge ve kavimlere göre milli devletler oluşturma yoluna giderken, devletlerinin sağlam kalması için millilik eğitim ve sloganları ile ayakta durdular. Her biri ortak iken topraklarını, feodalizmin modern şekliyle toprakları parselleyip ayrı ayrı ülkeler oldular. Bu ülkeleri ayakta tutabilecek muhafazakâr zihniyet, bu statuko'yo muhafaza etmeye çalışır. Ama sosyal olaylar da çeşitli değişimler geçirirken fıtrat üzere tavır alamayan politikalar hezimete uğramaya mahkumdur. Akıbet ise Müslümanların değil, Müslümanların içinde muttaki olanların olduğunu Kur'an buyurmaktadır. Müslüman, mü'min, muttaki, ehli yakıyn gibi mertebeler var. Taklid-i imanla Müslüman olmuşların bunda bir payı bile yok, sebebi de hak ile batılı çözemeyecek derecede cahiliyye halinde kalması. İbn-i Haldun'a gelince bilgi yüklü âlim ama irfan yönünden çok yerde imansız. A. Şener eski tüfek Marksist. Aristoteles bir Yunan filozofu ama her dediğini doğma ve doğru kabul etmek gafletinde bulunamayız. Sonra, âdem (as)'dan bu yana herkes aynı İslâm dininde değil, sadece Allah'a teslim olan ve Hanif yola (Hanefi mezhebi ile hiç alakası yok) intisab edenlerdir. Herkes İslâm dininde olsaydı, Hz. İbrahim'in neslinden gelen Kureyş'e karşı Kur'an diliyle Hz. Muhammed "lekum dînukum ve liye dîn" (sizin dininiz size, benimki de bana) demezdi.(Kâfirun suresi son ayet). İnsanlık ise Adalet Güneşi'nin gelişini beklemekte, bu ise bu politikalarla olmaz. Fazıl Agiş (Öğretim Üyesi, Emekli)
7 Mayıs 2010 Cuma
TBMM ve MİLLET-VEKİLLİĞİ Mustafa Nevruz SINACI Türk milleti’nin kadim medeniyeti ve milli siyaset geleneğinin öznesi insan’dır. Her şey insan içindir. Gerçekte “her insan bir devlettir, devlet insan için vardır”. Bu nedenle, bir takım suiniyet sahiplerinin iddia ve iftira ettiği gibi; Türk-İslâm ortak sentezi ve geleneğinde, kesinlikle “devlet” değil, sadece ve yalnızca “insan” kutsaldır. Zira insan, Yüce Yaratıcının Halifesi; Yani yeryüzündeki vekilidir. İnsan’ın şahsında, bütün mükevvenat (varlıklar, canlı-cansız her şey, yaratılmışların tamamı) tekevvün (vücut bulan, meydana gelen, şekillenen, var olan) eder. Yani; Hazreti Yunus Emre’nin “yaratılanı seveceksin, yaratandan ötürü” sözü, esaslı bir söz ve güçlü bir öz’dür; İnsan denilen özne’nin açılımı, anlamı, ufuk ve felsefesidir. Mikro kozmos (küçük evren) bağlamında İnsan; Adalet ahlâkı, fazilet, kavram ve fiilde hak-hukuk üzerine kaimdir. Adalet, fazilet, hakkaniyet ve evrensel hukuk’a teslimiyet dâhilinde “ilkeli, namuslu, dürüst, onurlu, sorumlu ve soylu” bir hayat sürmeyen mahlüklar “insan” değildir. Zaten de; İnsan > teslim kök’ünden gelir. TÜRK SİYASET GELENEĞİ İşte Türk siyaset geleneği, diğer bir deyişle “medeni ve/veya milli siyaset” bu manâ ve muhtevadan mürekkeptir. Dolayısıyla, kendine özgü ve orijinal yapısı nedeniyle, Cumhuriyet dönemi itibarıyla buna: “Türk İnkılâbı” denilmiştir. (sistemde ‘devrim’ sözcüğü yoktur.) Umarım; Açılım, sulta, cunta ve dikta heveslileri bu hakikatleri dikkatle okurlar!… TÜRK İNKİLABININ YÖNETİM İLKELERİ: 01- Türk milletinin idare şekli “kuvvetler birliği” esasına dayanır. Egemenlik birdir ve kayıtsız şartsız milletindir. Büyük Millet Meclisi, Türk milleti adına egemenlik hakkını kullanır. Yasama ve yürütme yetkisi TBMM’nde toplanır. Meclis yasama yetkisini bizzat kullanır. Yürütme yetkisini kendi arasından seçeceği Cumhurbaşkanı ile onun tayin edeceği Bakanlar Kurulu’na bırakır. Türkiye Cumhuriyeti mahkemeleri tarafsız ve bağımsızdır.(Gazi Mustafa Kemal Atatürk 1935-Ulus Gazetesi) 02- Efendiler, uzmanlarca bilinen bir gerçektir ki, kanun koyucular (Milletvekilleri) bir takım seçkin özelliklere sahip olmak mecburiyetindedirler... O özelliklerden birincisi şudur: Kanun teklif eden, kanun yapan, kanun koyan bir insan, insanlığın bütün hislerini, bütün ihtiraslarını herkesten daha çok anlamalı ve bilmelidir. Fakat nefsini herkesten fazla ve tamamen, bütün kapsamı ile bunlardan korumak kudret ve kabiliyetine sahip olmalıdır. Bu seçkin özelliğe sahip olmayan insanlar, toplum için kanun yapmak (vekil olmak) hak ve yetkisinden men edilir. Çünkü Kanunlar hislere dayanarak ve uyularak yapılamaz. (1921-Söylev ve Demeçler, Cilt: 1 Sayfa: 193 + Atatürk’ü Anlamak, Behzat Şaşal, Anayurt-2004) 03- Milletvekili olarak vazife ve sorumluluk mevkiinde beraber çalışacağımız arkadaşlarımızın geçen tecrübelerden de yararlanarak vazifelerini eksiksiz yapacaklarını ve özellikle “Milletvekilliği’nin her tür düşünceden daha önemli bir millet vekâleti” olduğunu ve bunun, resmi ve özel hayatta bile bir çok manevi (sorumlulukları) ve belirli külfetleri bulunduğunu göz önünden uzak tutmayacaklarını kuvvetle ümit ederim.(1927-Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, Mustafa Kemal Atatürk, TİTE-Yay. Nimet Arsan) 04- İçinizde memleketi ve milleti en çok seven, aklına, anlayışına, vicdanına en çok güvendiğiniz insanları (milletvekili) seçiniz. Bu sayede Meclis sizin arzularınızı yapmaya, lâyık olduğunuz refahı sağlama gücüne sahip olacaktır., Açık ve sağlıklı düşünmek, açık ve tutarlı hareket etmek, bu suretle Türk’ün yüksek siyasi müessesesi, Cumhuriyeti yükseltmek... Bu görüşleri tartışanlar, asla, birbirine karşı değillerdir. Önemli olan bu görüşlerin başarılı olmasıdır., Milletin, hatalardan korunması için tek sağlıklı çözüm, düşünce ve yaptığı işleriyle milletin güvenini kazanmış, siyasi bir partinin seçimde millete yol göstermesidir.(1927-Nutuk, Cilt: 2-1960) *** TÜRK İNKİLABININ YÖNETİM İLKELERİ Mustafa Nevruz SINACI 05- İrade ve egemenlik milletin tümüne aittir. Demokrasi, milli egemenlik prensibinin esasıdır. Gerçekte, idare edenler egemenlik kullanırlar. O halde, devlette idare edenler demokrat olmalıdır. Hükümet prensibi de, adalet sevgisini ve ahlâk fikrini gerektirir. Zira Demokrasi memleket aşkıdır. Aynı zamanda babalık ve Analıktır. Hükümetlerin öncelikli görevi: Kişisel hürriyetlerin sağlanması ve sürekli kılınmasıdır. (M. Kemal Atatürk) 06- Devlet adamı gelecek kuşakları düşünen kişidir. Politikacı ise; Gelecek seçimleri düşünen kişi olarak tarif edilir.(Uğur, İsmet İnönü, s. 9-10) 07- “…bu yazılmamış olan ve milletin şuurunda yaşayan kanunlara riayet etmeyen her meclis, her müessese, her örgüt nihayet dayandığı kanunların kendilerini müdafaa etmediğini görmeye mahkum oluyorlar.(Uğur, İsmet İnönü, s. 31-32) 08- Bir kanun kabul edilirken her birimiz şu veya bu fikirde bulunabilir, mücadele ederiz. O idareden sonra iktidarlar da değişir. Onu yapmış olanlar gider, biz geliriz, başkası gelir. Her mesuliyet alan adam, ondan evvelki hükümetin çıkardığı kanuna güvenerek işini, sermayesini getirmiş olanların, kendilerine kanunla temin ettirilmiş olan bütün haklardan endişe etmeksizin istifade etmeleri şarttır. Petrol kanunu mevcuttur. Mevcut olduğu gibi tatbik edilecektir. Yabancı sermaye ile kim memleketimize gelmişse emniyettedir.(Mehmet Turgut, Siyasetten Sahneler, Boğaziçi Yayınları-1991 s.61) 09- Büyük Millet Meclisi kürsüsü mübalâatsızlığa (saygısızlığa) asla gelmez. Ben bu kürsüye her çıkışımda onun mehabetini (yüceliğini), Meclisin büyüklüğünü ve ehemniyetini duyarım. (Bilsel, İsmet İnönü: Büyük Devlet Reisi, s.ıv) “Vekillerin de, reis-i devletin de, herkesin de harekâtı, hattâ vaatları, hattâ retleri kanun, vazife, ahlâk kuyuduyla (kaydıyla, sınırları ile) çerçevelidir.”(İsmet İnönü’nün TBMM’ de Konuşmaları, 1920-1938, s.279)“Hürriyet, fakat anarşi değil, disiplin, fakat cebir değildi ve Meclis görüşmelerinde söz alanlar bu ilkeye özen göstermeliydiler.(Asım Us, Asım Us’un Hatıra Notları: 1930’dan 1950 Yılına Kadar Atatürk ve İsmet İnönü Devirlerine Ait Seçme Fıkralar, s.331) 10- Meclisin, müzakerelerinde özgürlükle sorumluluk arasında bir denge kurulmalıdır. Müzakerelerde, anarşiye gitmeyecek surette serbesti, cebre gitmeyecek surette disiplin olması gerekir. (Asım Us, Hatıra Notları, 1930’dan 1950 Yılına Kadar Atatürk ve İnönü Dönemine Ait Seçme Fıkralar, s.331) Büyük Millet Meclisi’nin irşadından (öğreteceklerinden) istifade etmeli, hele onun salahiyetine çok dikkat ve riayet etmelidir. (İsmet İnönü’nün TBMM Konuşmaları, 1939 -1960, s. 124) Ordu ile millet arasında yakın duyguların beslenmesinde en tesirli örnek, TBMM ve üyelerinin davranışlarıdır. Meclisimizin orduya karşı tutumlarında büyük bir ilerleme olduğunu sevinçle kaydedebiliriz. (1960 sonrası) Geçmiş fırtınaların yanlış tefsirleri önemli ölçüde unutulmaktadır. Ordunun şerefini korumakta dikkatli olmak, ordu için en besleyici gıdadır. Buna karşı ordudan, millet savunmasında ödevinin ehliyetlisi olmak, milletin istediği tek karşılıktır.(İsmet İnönü., TBMM Konuşmaları, 1961-1973, s. 806-807) “... Ordu temizdir, ordu hiçbir vesile ile memleketine zarar getirecek bir harekete vasıta kılınamaz. Türk ordusunun geleneği budur. Bunu daima ispatlamıştır. Türk ordusunun, milletin istemediği bir harekette bir sergüzeştçinin peşinde gittiğini kimse görmemiştir. (Age., s. 428) KISSA’DAN HİSSE: Bu kurallar, Cumhuriyet’i taşıyan; demokrasi, adalet, insan hakları ve hukuku ebet-müddet kılan ilk’ler ve temel ilkelerdir. Binlerce yıllık devlet geleneğimizin miyarı (ölçüsü, kriteri) bu ilkelerdir. İlke sahipleri, idareye lâyık, halkın itimadına mazhar kıdem, ehliyet ve liyakat sahipleri olmak gerekir. Yukarıdaki ilkeler devlette cari, hâkim ve hükümran değilse; "Şark kurnazlığı ve bizans oyunları icraya sızmış, siyaset "fazilet" olmaktan çıkmışsa eğer" Meclis tefessüh etmiş, hükümet acze düşmüş, demokrasi dumura uğramış, adalet ve hukuk zaafla malul olmuş demektir!.. DİKKAT!.. Yazışmalar için e.POSTA: gercek.demokrat@hotmail.com
O, insanları içtenlikle seven, yurttaşlara önem ve değer veren, onları dinleyen ve sorunlarıyla ilgilenen; Yol Gösteren, Çözüm Üreten; Bu bağlamda 'devlet millet içindir' diyen; İnkılap ve ilkeleriyle 'Kadim Türk Medeniyeti, İnsani Boyut-Bilgi Toplumu ve Yüksek Türk Bilinci' nin Ebedi Önderi, Öncüsü ve Rehberi Olan Ölümsüz Bir TÜRK'dü. O'na, Türk demek ne demektir? diye sorulduğunda: "Türk Demek: Türk'çe düşünmek, Türk'çe konuşmak ve Türk'çe yaşamaktır" cevabını verdi. İşte, Türk için 'MİLLİ ŞUUR' (Türk'lük bilinci) budur. ***ATA'M İZİNDEYİZ !..***
mesele!...
Suret-i Hak’tan görünen;
Siret-i (*) necis mahlûkat...
Küfür eden kâfirdir,
Yalan söyleyen yılan... Kesinlikle domuzdur, Kamu malını çalan... Salih Ziya KONYALI
ÖZNE: 'evrensel bilinç' AMAÇ: "milli şuur, yüksek ahlâk ve fazilet" HEDEF: İnsani Boyut ve BİLİNÇ Toplumu....
İnsan olduğumuz halde, insanın ne olduğu konusunda fazla bir bilgimiz yok? Hatta Ruh ve bilinç (şuur) kavramlarına inanmayanlar var. Oysa 'İnsan' denince sadece bedensel formu değerlendirmemeliyiz.. Biyolojik bedeni “insan” kabul edip, diğer vasıfları yok saymamalı. Düşünmenin beyinde meydana geldiğini sanıp, beyin’in hormonsal düzeyde bir fonksiyonu gibi görmemeliyiz. Bu durumda; Davranış yönlendirme, gelecekle ilgili fikir üretebilme, plan-proje yapabilme yani BİLİNÇ dediğimiz en üst derecedeki KİMLİĞİMİZİ, gücümüzü kullanamıyoruz demektir.
BİLİNÇ ÜNİVERSİTESİ’NİN KURULUŞ AMACI: Cumhuriyet’in ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlarını, diğer deyişle “yurdu ve milleti özünden çok seven” nesillerini yetiştirmektir.
AĞAÇLANDIRMA EYLEM PLANI GERÇEK OLMAYAN SÖYLEMLERE DAYALI TAM BİR ALDATMACADIR SUNUŞ Mustafa Nevruz SINACI 2002 yılında, başkanı olduğum “D...
dikkat edin!.. *FARKINDA, UYANIK VE BİLİNÇLİ OLUN* lütfen!...
* Aman!.. Devlet sanayide bulunmaz, üretmez, ticaret yapmaz diyen; özelleştirme delisi “yalancı, talancı, hırsız-yolsuz, soysuz, koza, kripto, üçkâğıtçı, peşkeşçi bedhahlara” inanma, aldanma, kanma!.. Zira “AB de devlet işletmelerinin ekonomideki ortalama payı % 42; İsveç, Norveç ve Danimarka'da % 61'dir.” (2009 istatistik ve ansiklopedik veriler) * * "Muhterem milletime şunu tavsiye ederim ki; sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların; kanındaki, vicdanındaki öz cevheri, çok iyi incelemek ve ona göre davranmak dikkatinden, bir an dahi vazgeçmesin!" (Mustafa Kemal Atatürk) * * BİL’Kİ!.. Türk İnsanı “altın değerinde” nadirden bir cevher gibidir. Işığa tut bak; içinde AtaTürk, namuskârlık, doğruluk, dürüstlük, diğerkâmlık, sencillik, adalet ahlâkı, bilgelik ve olgunluk, onur-erdem, ilke yoksa!, kesinlikle ve mutlaka sahtedir. (2002, Mustafa Nevruz SINACI) * * Cumhuriyet fazilettir, erdemdir; Fazilet'i ahlâki'ye müstenit bir idare şeklidir. Cumhuriyet; Fikren, ilmen ve bedenen kuvvetli; Seciyeli, seviyeli, yüksek ahlak ve kavi (sağlam) karakterli muhafızlar ister. (14.10.1925, Gazi Mustafa Kemal AtaTürk) * * Yeryüzü ve kâinatta; En hakiki mürşit İlim; en değerli varlık İnsan ve en büyük eser Kültür’dür. Kültür: İnsanlık, iyilik ve adalet adına “doğrusal yönde” gelişen emeller, yükselen değerler, bilim, teknoloji, bireysel ve toplumsal yaşam biçimi; yani medeniyettir. (2001, İKO Söylevi, Mustafa Nevruz SINACI) * * Türk demek: Türk’çe düşünmek, Türk’çe konuşmak ve Türk’çe yaşamaktır. Ne mutlu Türk’üm diyene… (Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk) * * İyi, namuslu, dürüst; onurlu, sorumlu ve ‘gerçek demokrat’ olan kazansın…
Türkiye'm böyleydi!...
Bolluk vardı.....
Bereket fıkırmakta idi, yerden...
Sonra "bilinçsiz" bir katliama giriştiler...
ve... hazin son'a doğru!...
MÜFREDAT VE TEDRİSAT
MÜFREDAT VE TEDRİSAT (2)
Mustafa Nevruz SINACI
İnsan, bu âleme öğrenim, eğitim, bilim ve dua yoluyla tekâmül etmek için gelir.
Dinî yaşam, yani dindarlık; Her ne kadar cemiyetten dışlanmış ve içselleştirilmiş olsa bile; Gerçekte din ilmin ruhu, kaynağı, evrensel hukuk, hak ve adalet’in hikmeti, açıklayıcı ve tamamlayıcı disiplinidir. İlim/bilim ikileminde din’e farklı rol ve anlamlar yükleyerek; güncel hayat ve kısmen kamudan soyutlamak gericilik, ihanet, bozgunculuk, yobazlık ve irticadır.
Ancak şunu da bilmek gerek;
Dinin sahibi Rab’in rahmeti, gazabını örtmüş; ilâhi aşk ve muhabbetle bütün âlemleri kuşatmış, merhametle kucaklamış olmasına rağmen O, sadece iyiliği emir ve kötülükten men eder. Halife sıfatıyla insanın daima iyi, namuslu, dürüst, onurlu, sorumlu, adaletli ve marifetli olmasını ister. Fert ve toplumları doğrudan denetler, kayda alır, yerine göre dünyada veya bir sonraki boyutta sorgular, yarlıgar (kul hakkı hariç, af ve mağfiret eder), yargılayıp şiddetli bir azapla cezalandırır. Çünkü insan’ı Ahsen-i takvim üzere, yeryüzüne halife olarak yaratmıştır.
İşte, insani boyut ve bilinç (şuurlu/müdrik) toplumu bunu bilmekle kabildir.
İnsani değerlerin tamamı doğrusal (rahmani) olup; Karşıtı apaçık şeytanlık (yalancılık, sahtecilik, haksızlık, zalimlik) ve kötülük adına ne varsa tamamıdır. Dolayısıyla insan “emr-i bil maruf, nehy-i anil münker” kaidesi üzere (iyiliği emreden ve kötülükten men eden) olmaya memur ve mecburdur. Aksi takdirde insan olarak kabul ve telâkki edilemez; Bir yaşam formu sıfatıyla suç işlemesi halinde, İnsan hakları adalet ve hukuka muhatap kabul edilemez.
İşte hayatın ve insan olmanın hali, hakikati kısaca budur.
Şu hale nazaran: İnsan’a dair müfredat ve tedrisat’ın (eğitim ve öğretim’in): İyi insan; Namuslu, dürüst, demokrat, meslek, meşrep (ahlâk ve fazilet) sahibi iyi vatandaş yetiştirmeye matuf olması şarttır. Aksi takdirde sistem, insanlık dışı, kamu yararı ve mâşeri vicdana aykırı demektir. Böylece sistem; İyi insan, iyi vatandaş yerine kötü tohum üreten şeytan tapınağına dönmüş demektir ki; Onlar ancak, yeryüzünde fesat çıkaran, lânetli bozguncu üretir.
Yukarda açıklanan ilim-irfan, insani boyut ve evrensel hakikat ışığında:
Müfredat ve tedrisat’ın aşağıdaki şekilde rehabilite edilmesi şarttır. Buna göre:
1. Eğitim sistemine ilişkin yasa, ek ve değişiklikler aceleye getirilemez. Plânlanan ek veya değişiklikle konusunda ilgili okul idaresi, aile ve velilerin görüşleri dikkate alınır.
2. Eğitim süresi kademeli ve çeşitli olmak şartıyla (5 + 3 + 3 ) = 11 yıl zorunludur..
3. Kayıt, 5 yaşını doldurmuş olmak veya kayıt yılı içinde doldurma şartına bağlıdır.
4. Resmi, özel ve Vakıf okullarının tamamı Devlet denetimine tabi olup görevleri:, “Millî eğitimin asli amaç ve ilkeleri doğrultusunda öğrencileri; Türk milletinin millî, ahlâkî, insanî, manevî ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan, geliştiren ve yaşayan; Aile, vatan ve milletini seven, daima yücelten; İnsan hakları, adalet ve hukuka sahip; Demokrat, laik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı görev ve sorumluluklarını müdrik, millî değerleri davranış hâline getirmiş; İyi insan ve iyi vatandaşlar olarak yetiştirmek; Özel ilgi, yetenek ve başarılarına göre iş hayatı, meslek alanları ve üst öğretime hazırlamaktır.”
5. Her derece ve düzey okulda eğitim ve öğretim dili Türkçedir. Okullara yabancı isim verilemez. Yeterli talep ve Filolojik formasyona sahip uzman öğretmen olması halinde; Başta Osmanlıca ve Arapça olmak üzere, ana dillerden her hangi biri seçmeli ders olarak verilebilir.
6. Temel eğitim dâhil, lisans sonuna kadar İlmi Ahlâk, Davranış Bilimi dersleri bütün öğrenciler için zorunludur. Ayrıca, İsevi ve Museviler hariç olmak üzere diğer öğrencilere 18 yaşına kadar Kur’an, Hadis ve İlmi Hal dersleri verilir. Gayrimüslim öğrencilerin din eğitimi ve öğretiminden cemaat vakıfları ve ibadethaneleri sorumludur.
7. Halen Üniversite ve Yüksek Okul düzeyinde verilen mesleki eğitim; Zorunlu haller dışında, Ortaokul sonrası sanat, meslek, bilim, endüstri ve yüksek teknoloji okulları biçiminde Lise ve muadili düzeyine çekilir. İmam-Hatip Ortaokul ve Liseleri DİB başkanlığınca kurulur.
8. Her ne sebeple olursa olsun “yaşayan vatandaş” ad’ları, eğitim-öğretim kurumları, ibadethane ve kamu teşekküllerine verilemez. Mevcut isimler, en geç 3 ay içinde değiştirilir.
9. Üniversiteye giriş sınavsız; YÖK ve tüm “sınava hazırlık” dershaneleri mülgadır.
MÜFREDAT VE TEDRİSAT (1)
Mustafa Nevruz SINACI
Bilindiği üzere “müfredat” eğitim-öğretim programı; “tedrisat” ise eğitim ve öğretim faaliyeti anlamına gelir. Kelime ve kavramlar, insan formu baz alınarak analiz edildiğinde;
Öğretim: Herhangi bir çocuk veya yetişkin’e plânlanan ilmî teorik olarak öğretme, anlatma ve açıklama eylemi; Özellikle çocukta karakter oluşturma, doğrusal yönde konuşma, söz söyleme ve davranış biçimi kazandırma, yaradılış amacı, (fıtrat ve tabiat) istikametinde hayata hazırlama ve ‘iyi insan, iyi vatandaş’ yetiştirme, geliştirme sürecinin tümüne denir.
Eğitim: Öğretilen ilmî bilgilerin, farkında ve kendinde olarak, bilinçle yaşanması ve yaşatılması için, uzman eğitici nezaretinde örnek uygulamalar yapılarak; İnsan davranışlarını iyi, doğru, güzel ve yüksek ahlâk formu (insani boyut ve bilinç toplumu) yönünde oluşturma, geliştirme, pekiştirme ve duruma göre değiştirme sanatı. Yani, İnsan’da olumlu davranışların yerleşmesi, olumsuz ve kötü, zararlı davranışların sonlandırılması faaliyetidir.
Öncelikle ve evvelâ insan olmak üzere; Bütün yaşam formları ile bunların hayatlarına doğrudan veya dolaylı etken tüm unsurların bu anlam, amaç ve bağlamda düşünülmesi şattır.
Yani İnsan, Yüce Yaratıcının halifesi sıfatıyla “merkez” varlık olup adeta bir atom; İnsan dışında yer alan bilumum mahlûkat ise; Hazreti İnsan’a hizmetle memur ve mükellef nötron, proton ve sair hizmet unsurları mesabesindedir.
Daha açık bir deyim, açıklama ve tanımla: Devlet, hükümet, tapınak veya para, pul vs değil; Sadece “İnsan” kutsal varlıktır. Her insan bir devlettir. Başta hükümet olmak üzere, bütün kurumlar, kuruluşlar insan içindir. İnsan-ı insanca yaşatma, eğitim, öğretime muktedir ve ehil olmayan bir hükümet (devlet) kesinlikle meşru olamaz, yaşama hakkı da yoktur.
Eğitim ve Öğretim’i bu açıdan görmek ve insanca okumak şarttır.
Kaldı ki; Varlık sebebi, yaradılış amacı, yani “Fıtratına” sahip, öz’üne saygılı ve “evet, ben de insanım” diyen, bunun gerçekten farkında, bilincinde olan hiçbir kişi; kişilik ve kimlik sahibi: yalan söylemez, aldatmaz, kandırmaz, dedikodu, fitne, iftira, küfür, haset ve hakaretle iştigal etmez. Banka soymaz, hortumlamaz, gasp, irtikap, sahtecilik ve suiistimal yapmaz. Din tüccarlığı, siyaset simsarlığı, hürriyet, eşitlik, adalet, hukuk ve demokrasi düşmanlığı, vicdan sömürüsü yapmaz. Hiçbir alanda suiistimal ve istismara tevessül ve tenezzül etmez.
Doğrusu İnsan, kabahat ve taksirat yapabilir. Ama asla Suç işlemez.
İnsanlık suçu işleyenler asla insan olamaz ve onlara insanca muamele edilemez!..
İnsan Namusu için yaşar. Namussuzluk düşünemez. Bu yolda ve uğurda bir fiile teşebbüs etmez. Asla iffetsiz olamaz. Anarşi, terör ve bölücülükle iştigal etmez. Cinayet işlemez. Katil olmaz. Kanunları çiğnemez. Yasalara karşı mücadelesini; yine mevcut yasal nizam içinde yürütür. Başta; rüşvet, iltimas, ayırma-kayırma, yolsuzluk, hırsızlık, gasp, can ve mal güvenliğini tehdit, hürriyeti tahdit, çıkar ilişkileri tesis, imtiyazlı sınıf oluşturmak ve sair; insanlık, adalet, hukuk ve ahlâk dışı cürüm ve canice, menfur emel sahipleri ile anarşist, terörist ve katiller, devleti parçalamaya ve milleti bölmeye teşebbüs edenler asla “insan” olarak kabul edilemez ve cezalarını çekip, Islah olmadıkça, asla insanca muameleye tabi tutulamazlar. İnsan hakları sadece ve yalnızca İnsanlar içindir…
Özellikle bu insan “Müslüman-TÜRK” ise;
Bütün insanlardan tutun madde ve manâ plânında var olan her şeye ve herkese karşı önyargısız, saygılı, terbiyeli, yüksek ahlâklı, davranış biçimi düzgün, söz ve eylemleri doğru, dürüst, kâmil ve mükemmel olmak zorundadır. Halk ve devlet içinde en muteber, sevgili, saygın ve muhterem olması gereken insanlar muhakkak ve mutlaka gerçek Müslümanlardır. Bunun başka yolu ve çıkarı yok. İslâm dini her ne kadar bazı eylem ve söylemleri kategorik “günahlar” biçiminde tavsif ve tasnif etmiş ise de; Bunlardan, topluma ve kamuya (devlete) karşı işlenenler “kul hakkı” kavramı ile ağırlaştırılmış ve Yüce Yaratıcının af kapsamı dışında tutulmuştur. Sözgelimi “% 99’u Müslüman” denilen toplumumuzda bu idrak, şuur ve bilincin hakim olması halinde suç oranlarının sadece kalan % 1’e münhasır olması gerekmez mi!?..
İşte, antiemperyalist TC’de, Milli müfredat ve tedrisatın amacı bu olmak zorundadır.
Ayrıntılar: “Müfredat ve Tedrisat” konulu ikinci ve son makalemizde; (./..)