TARİHİN
ZORLAYICI ŞARTLARI ALTINDA
GELİŞEN
OLAYLAR!
Remzi
UYSAL
Lübeck / Almanya, 02 Mayıs 2013
Lübeck / Almanya, 02 Mayıs 2013
Ben
o günlerde „Sendikalar ve Göçmenler“
konulu Göttingen´de dört gün süren bir seminerde idim. Basın ve yayını
düzenli izleyemediğimden, haberi kaçırmışım diye düşünmüştüm. Oysa Türk basını
da AKP Hükümetini kızdırmamak için olmalı ki, haberin üzerinden, ateş üzerinden
atlar gibi atlamışlar.
İyi ki „Avrupa-Haber“ haber yapmış. Yoksa hiç haberimiz olmayacaktı.
İyi ki „Avrupa-Haber“ haber yapmış. Yoksa hiç haberimiz olmayacaktı.
Almanya´nın
iki kentinde birden düzenlenen bu eylemler şaşırtıcı değildi. Yadırganacak olan
ise; bazı Alevi kardeşlerimizin bu eyleme destek verip, Ermenilerle birlikte
yürümeleri olmuş.
Ermeni
Diasporası´nın yıllardan beri dir ki; bu tür eylemleri her yıl Nisan aylarında
ABD´de yapmakta oldukları ve buna
ilişkin haberler, T.C. Büyükelçiliği ve
Konsoloslukları önünde nöbet tutmaları, o dönemlerde basınımızın
manşetlerine taşınırdı.
Diaspora
Ermenileri ve Taşnaklar, PKK ile masaya oturan AKP Hükümeti, bizimle de neye
oturmasın diye şimdi yeni bir yol çizip, yeni politikalar oluşturmak istiyorlar.
Yağız
Oğlan Obama´nın 24 Nisan´ı bir geleneksel modaya çevirip „Büyük Felaket“ diye
adlandırması bile, kendisini ne İsa´ya ne de Musa´ya yarandırdı. Ehh, yine de
„felaket“ sözü, üç beş oy getirebilir.
Haberi
Avrupa-Postası´nda yazan arkadaş da, bu eylemde Türkiye´yi ve Türkleri suçluluk
duygusu içine sokabilmek için, haberinde büyük gayret sarfetmiş(!). Ehhh, olsun
o kadar da. Her konuda aynı düşünecek
değiliz ya.
AKP
Hükümet politikası da, gelecek yeni açılım politikaları ile Türkiye´nin bu
konuda suçluluğunun kanıtlanması konusunda gayret sarfedebilir.
„SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMI“NI ÇÜRÜTENE KODES
YOLU;
Mehmet
Perinçek´in, Rus arşivlerinden cımbızla gerçekleri çikarıp „150 Soru ve Cevabı
ile Ermeni Meselesi“ kitabını yazdığında, kendisine ödül verileceğini
bekleyenler, o´nu şimdi Silivri Kodesinde ziyaret ediyorlar! Eh, ne de olsa
baba ile oğulu ayırmamak lazım. Böylece baba-oğul bir güzel hasret gidermiş
olmuyorlar mı?
90´lı
yıllarda yaygara koparan Batı Basını, Türkiye bu “Sözde Ermeni Soykırımı“ konusunda
arşivlerini açtıktan bu yana, pek azının Türkiye´de araştırma yaptığına tanık
olundu. Mesele uyum yemek değil di ki zaten. Mesele bağçıyı dövmekti.
Belki
bu yolla da olsa zayıf düşen Türkiye´de tekrar SEVR´i gündeme getirebilmek ve
de gerçekleştirebilmek mümkün olabilir diye düsünülmüş olduğu, tabii ki
akıllara gelmiyor değil.
Bu
konuda biraz da geçmiş yıllara ve de Tarih´e dönelim derim:
Son
kırk yıldır bir yerlerden düğmelere basılıyor. Dünyanın emperyalist lobisi
Türkiye´ye karşı sürekli atakta. Amaçları, Türkiye gücünü ve kaynaklarını kendini savunma
çırpınışında tüketsin diye.
Böylece
Türkiye´nin hem kalkınması büyük ölçüde geçiktirilmiş, hem de tarihte gerçek
soykırım işlemiş devletlere „sanal“ da olsa bir yandaş bulunmuş olur.
DIASPORA ERMENİLERİ VE ASALA;
Ermeni
Terör Örgütü ASALA mililtanları, Türk Diplomatlarına karşı ilk kanlı terör
eylemini, ellerindeki antika olduğunu söyledikleri bir Türk halısını
kendilerine hediye etmek için bir otelin lokantasına davet ettikleri Los
Angeles (ABD) Başkonsolosu Mehmet Baydar ve Bahadır Demir´i, 27 Ocak 1973 günü otelin lokantasındaki yemek
masasında şehit ettiler.
ASALA`NIN ORLY KATLİAMI;
ASALA
70 den fazla diplomatımızı şehit etti.
Sınırını aşıp, ORLY-Katliamı diye Terör Tarihi´ne gecen Fransa´nın ORLY Havalimanında THY bürosu
önünde 15 Temmuz 1982 günü patlattığı
bombadan 2´si Türk, 4´ü Fransız, 1´i Amerikalı, 1´i de İsveçli olmak üzre 8
kişi ölüp, 28 Türk 63 kişi de yaralanınca, ASALA´nın Fransa tarafından kulağı
ve kuyruğu çekildi.
ASALA
19 Kasım 1984 günü Viyana´da BM
Temsilciliğinde görevli Enver Ergun adlı diplomatımızı şehit eder. Bu ASALA´nın
Türk diplomatlarına karşı son terör eylemidir. Para babaları ve destekcileri
olan Batı Dünyası para musluklarını kısınca, ASALA´nın misyonu sona erer. Çünkü
Orly´de Batı Dünyası´nın kendi vatandaşları da katledilmiştir.
ASALA´NIN YERİNE PKK;
70´in
üzerinde katledilen değerli diplomatlarımız, görevlileri ve aile bireyleri
karşısında kılı bile kıpırdamayan SEVR´in takipçisi Batı, Türkiye´de ve Türk
insanlarına karşı teröre ara vermilmesinden yana olmamalı ki, ASALA´nın
boşluğunu PKK´ya doldurttulur.
Biz
tekrar gündemimizde olan “Sözde Ermeni Soykırımı” konusunda kalmaya
çalışalım. Bugün de “PKK ile sözde
barış” konusu yanlı basında alabildiğince beyin bulandırıcı ve kafalarda binbir
soru bırakarak işlenip duruluyor.
ALMAN HAYRANI İTTİHATCI PAŞALARIMIZ;
Osmanlı
Saray Damadı Enver Paşa, kaderine beş yıl (1913-1918) hükmettiği Osmanlı
İmparatorluğu´nu, büyük hayran olduğu Alman İmparatoru´nun ricası üzerine 1´
nci Dünya Savaşı´na ve Almanlar´ın safında savaşa sokmayı sakıncalı görmedi.
Fransız
ve İngiliz savaş gemilerinin Ege Denizi´nde takip ettikleri iki Alman savaş
gemisi Çanakkale Boğazı´ndan Osmanlı karasularına girer. Fransız ve İngilizler
bu iki Alman gemisini bizden isterler. Enver Paşa Alman gemilerini Fransız ve
İngilizler´e vermez ve „biz gemileri satın aldık der“.
Bu
iki Alman savaş gemisi düşmanlarının takibinden kurtulduklarını anlayaınca,
rotalarini İstanbul Boğazı üzerinden Karadeniz´e çevirirler. Gemi kaptanları
mürettabına Türk deniz askeri elbisesi ve fes giydirip, gemileri Sivastopol üzerine sürüp, şehri topa
tutarlar.
Bunun
üzerine Rusya Osmanlı Devleti´ne savaş ilân eder.
Osmanlı
Savaş Nazırı (Bakanı) ve Genelkurmay Başkanı olan Enver Paşa bu yetmiyormuş
gibi, Osmanlı Ordularının sevk ve yönetimini dahi Alman generallerine teslim
eder.
Mustafa
Kemâl´ in tüm uyarılarına rağmen, Osmanlı Devleti hem de hazırlıksız bir
şekilde 1´ nci Dünya Savaşı"na girer.
1´nci
Dünya Savaşı öncesi Enver Paşa Berlin´de Osmanlı İmparatorluğu´ nun Militer
Ataşesi olarak görev yapar. İlişki kurduğu Alman İmparatorluk Hanedanı ve
kurmayları beynine girerler. Berlin´de
bazı sokaklara Enver Paşa´nın adı dahi verilir. Enver Paşa´nın başı döner. Öyle
ki, o günün İmparatorluk Almanyası´nda Osmanlı Devleti, "Evnerland"
diye anılmaya başlanır.
SARAY DAMADI ENVER PAŞA;
Oysa
O Enver Paşa, aynı zamanda Saray Damadıdır. İstanbul doğumlu olmasına rağmen,
Makedonya´da büyüdüğü için Osmanlı Sarayı´nda bir taşralı olarak görülür.
Dönemin Padişahı II. Abdülhamit tarafından küçümsenen biridir Enver Paşa. II.
Abdülhamit Saray sofrasında, Saray yemek kültürüne ayak uyduramayan Saray
Damadı Enver Paşa ile "bamya yerken su içti" diye alay dahi eder.
Cemal
ve Talat Paşalar, Enver Paşa´ya verdikleri destekle Osmanlı Devleti,
Almanya´nın yanında 1´nci Dünya Savaşı´na girer. 1914 yılında başlayıp, 1918 de
biten ve Osmanlı Devleti´nin kaderini tersyüz eden 1´nci Dünya Savaşı
hakkındaki ilk bilgileri ilkokul tarih kitaplarından da okuyup öğrendik.
1´nci
Dünya Savaşı´nın bitiminde Almanlarla birlikte Osmanlı Devleti de yenik
sayıldı. Üst düzey İttihatcılarla birlikte Enver, Cemal ve Talat Paşalar da 01
Ekim 1918 cuma günü bir Alman avcıbotu ile Türkiye´den, İngiliz ve Fransızlar´ın
ellerine geçip, Almanların gizli savaş sır ve planlarını açıklayıp,
konuşmasınlar diye, önce Sivastopol´a, oradan da Almanya´ya kaçırıldılar.
Almanya,
İstanbul´ dan kaçırdıkları bu üç İttihatçı Paşanın gizli İngiliz
istihbaratcıları tarafından kaçırılıp konuşmlarını istemezler. Bu Paşaların
konuşmaması gerekiyordu.
Almanya´ya
getirilen Talât, Enver ile Cemal Paşalar da artık Alman dostlarına
güvenmezler. Asker ve gerillaçı olan
Enver ve Cemal Paşalar Almanya´dan kaçmayı başarırlar. Sivil kökenli Talât Paşa
ise kaderine razı olur ve Berlin´de kalır.
İTTAHATCI – ALMANCI PAŞALARIN AKİBETİ;
Talât
Paşa 1921 yılında Berlin´de bir Ermeni militanı olan Sogomon Tehliryan
tarafından katledilir. Alman yargıçlar Talât Paşa´nın katiline ceza vermezler
ve beraat ettirirler.
Cemal
Paşa da bir Ermeni militanının kurşunları ile Tiflis´de can verir.
Enver
Paşa ise; 1922 yılında maceracı ruhuna yenilir.
Orta Asya´da "Kızıl Elma" peşinde koşarken, Rus Kızılordusu
ile giriştiği bir çarpışmada Tacikistan´ın Balcuvan kasabası yakınlarında
yaşamını yitirir.
1´nci
Dünya Savaşı´nda Osmanlı Ordusu Alman dostlarımızın düşmanlarıyla üç büyük
cephede savaşır. Sağlıklı tüm Osmanlı erkekleri silah altındadır. İlk görev ve
hedefimiz, Alman dostlarımızın Bakü petrollerine ulaşmalarını sağlamaktır.
Çünkü Almanya´nın savaşı kazanması ve de güçlenmesi için petrole ihtiyacı
vardır.
Bu
program içinde Enver Paşa, Rusları güneyden vurup, Alman İmparatorluğu´na Bakü
petrollerine sahip olmalarnın sağlamak ve Sarıkamış´ı Ruslar´dan geri almak
ister.
Bu
nedenle Allahüekber Dağları üzerinden 1914 yılının Aralık ayının son haftasında
Enver Paşa, pek çoğunun ayaklarında dolak ve çarıklarla yola çıkardığı
Ordumuzun doksan bin askerinin, tek kurşun atamadan donup ölmesine sebep
olmuştur. Enver Paşa Babı Ali basınına bu felaketi yazmaması için sansür
uygular.
Sağ
kalıp esir edilen Osmanlı Türk askerleri de Ruslar tarafından Sibirya´ya
çalışma ve esir kamplarına gönderilirler. Aşırı soğuk ve ağır çalışma şartları
nedeni ile pek çok askerimiz Sibirya´da can verecektir. Pek az esir Türk askeri
Kurtuluş Savaşı´ndan sonra evlerine dönebilmiştir.
Enver
Paşa´nın aşırı Alman hayranlığı Osmanlı´ya çok pahalıya patlar.
Osmanlı
İmparatorluğu´nun çöküşü de böylece gerçekleşmiş olur. Şevket Süreyya Aydemir
yapıtlarında, tarih kitaplarımızın yazmadığı önemli bilgileri gözlerimizin
önüne serer. O dönemle ilgili önemli ipuçlarını da elimize verir.
MUNİS OSMANLI TEBAA´SI ERMENİLER;
1´nci
Dünya Savaşı esnasında da Avrupalıların
ve Rusların (İtilaf Devletleri)
kışkırtması, desteği ve şımartması ile aynı vatanın evlatları olduğumuz ve
beşyüz yıl birlikte yaşadığımız Ermeni kardeşlerimiz, Osmanlı Ordusu'na geriden
saldırırlar.
Kendilerine,
Büyük Ermenistan devleti kurma vaadi verilen Ermeni çeteleri, komşu Türk köy ve
kasabalarına da saldırırlar. Sağlıklı ve eli silah tutan Türk erkeklerinin
cephelerde olduğu bilinen bu köy ve kasabalarda, yaşlılar, kadınlar ve çocuklar
Ermeni çetelerince öldürülür. Ermeni çeteleri toplu katliamlar yapar.
Osmanlı
Ordusu'nu geriden kuşatma, köy ve kasaba baskınları ve bunlara karşı
direnişler, şüphe yok ki kanlı olaylardır. Osmanlı'nın munis teb'ası Ermeniler,
Türk köy ve kasabalarına yaptıkları saldırıları, büyük ölçüde Doğu´da Rus
Ordusu'nun, Güneybatı´da da Fransızlar´ın desteğinde gerçekleştirirler.
Ermeni
çetelerinin Türk köylerine yaptıkları saldırı ve katliamlarını Rus Ordusu
komutanları bile raporlarında yadırgarlar.
Osmanlı
Devleti'nin Ermenilere karşı sistematik yok etme politikasının olmamasına
rağmen, konuya "hadi canım sen de" demenin de bir anlamı yoktur.
BENİM DEDEMİ KİM KATLETTİ;
Baba
tarafından dedem Raşit Çavuş, 1´nci Dünya Savaşı yıllarında Doğu Çephesi´nde
Rus ve Ermenilere karşı, çephe gerisindeki savunmasız çocuk, kadın ve yaşlıları
korumak için savaşır.
Türk köy ve kasabalarını Ermeni
baskınlarından korurlar.
Dedem
ardında dört yetim bırakarak Van´da can verir. Peki, soruyorum?
Benim
dedemin katilleri kimdir?
Dedemin
şehit düşmesinden sonra, anneleri de üç yıl sonra ölünce babam ve kardeşleri,
babaları Çanakkale´de şehit düşüp ve kendileri gibi öksüz-yetim kalan daha 13
kuzenleri ile 70 yaşının üzerinde olan nineleri Günişe´nin kolları altına
sığınırlar.
Yoksulluk
içinde 17 torununa sahip çıkan ve onları büyüten Günişe ninenin, torunları ile
çektiği acıların hesabını biz hiç bir zaman kimseden sormaya kalkışmadık.
ARŞİVLER NEYE İNCELENMİYOR?
Tarafsız
dünya bilim adamlarının ve tarihçilerinin, Ermeni ve Türk tarafının da katılımı
ile olayları, zamanın şartları içinde değerlendirerek, tarihin ışığında ortak
bir çalışmaya girmeleri gerekir.
Türkiye araştırmalar için arsivlerini açtığı gibi,
Ermenistan´in da arşivlerini açması bekleniyor. Ama Ermenistan bunu
gerçekleştirmiyor.
İşin
değişik ve ilginç bir yüzü daha vardır.
1´ nci Dünya Savaşı yıllarında, aşırı istek ve ricaları üzerine savaşa
girdiğimiz Alman dostlarımız, iştahlarını kabartan Musul petrollerine de
ulaşmak için İstanbul Musul demiryolu hattını inşa etmek için harıl harıl
çalışırlar.
İç
ve Doğu Anadolu'daki demiryolu döşeme güzergahı üzerinde ve etrafında,
Ermenilerin bastığı Erkeksiz Türk köy ve kasaba halkının kendilerini savunması
dahi, Almanlar için demiryolu çalışmaları da zaman kaybı sayılır.
MÜSLÜMAN ALMAN İMPARATORU (!),
PETROL KUYULARI ve ZORUNLU GÖÇ;
İmparator
II. Wilhelm´in müslüman olduğuna dair ortalıkta dolaşan balon haberlerin
gölgesinde, Musul'a ulaşılması istenen demiryolunun bir an önce bitmesi
gerekiyor.
Bu
nedenle Alman generallerin isteği üzerine, Anadolu´da demiryolu hattı inşaat
çalışmalarının yapıldığı bölgelerden sağlı ve sollu olarak 15´er km´lik bir
koridorun açılması istenir.
İşte
bu çok yukarıdan gelen rica ve istek üzre İçişleri Nazırı (Bakanı) Talat Paşa
ve İttihatçı kadrosu tarafından İç ve Doğu Anadolu'daki Ermeni
vatandaşlarımızın, Suriye'ye zorunlu göçü gündeme getirilir.
Ermeniler'in
zorunlu göçleri; dostumuz ve müttefikimiz Almanlar için demiryolu inşaatının
rahat gerçekleşmesini sağlayacağı gibi, Osmanlı Saray Hükümeti için de,
Ermenilerin uyguladığı köy ve kasaba katliamları sona erdirmiş olacaktı.
Osmanlı
Türk Ordularını ve Genelkurmayını Alman İmparatorluğu'nun emrine teslim etmiş
olan Enver, Cemal ve Talat Paşalar, Alman dostlarımızın bu ricasını da canla ve
başla yerine getirmek için kolları sıvarlar.
Tehcir
denen Suriye´ye zorunlu Ermeni göçü, tarihimizde Osmanlı´nın son dönemine rastlayan
acı ve talihsiz bir olayıdır. Ne varki bu Göç çok sağlıksız koşullarda hayata
geçirilir.
Beşyüz
yıl barış içinde yaşayan Türkler ve Ermeniler, Batı´nın kışkırtması ile
birbirlerini boğazlamışlardır.
Tüm
İttifak ve de İtilaf Devletleri´ne göre Osmanlı "hasta adam" dır ve
ölmesi de yakındır. İşte bu hasta adam, ölmeden, "müttefiki" olan
Alman İmparatorluğu´na da bir hizmet
daha vermelidir.
Çünkü Alman İmparatorluğu ne pahasına olursa olsun,
Musul petrollerine ulaşmak istiyordu. Ermeni Göçü´nün en büyük sebeplerinden
biri Almanların Musul petrollerine ulaşma hırsı ve emeli idi.
CAHİL BIRAKILMIŞ OSMANLI HALKI;
Avrupalılar,
teknoloji ve de pratik zeka yönünden Osmanlı´dan üstündür. Çünkü Avrupa
dediğimiz Hırıstiyan Batı, matbaayı bizden 275 yıl önce kullanmaya başlamış,
dinde reformları gerçekleştirmiş, din adamlarını devlet otoritesinin emrine
almış, sanayii devrimini tamamlamış ve aydınlanma dönemine girip, uzun bir yol
almıştır.
Oysa
o dönemde Osmanlı Devleti tüm birimleri ile din adamlarının bağnaz yönetimi ile
yönetilmektedir.
Osmanlı´da
ümmet olan müslüman halkın yüzde onu bile okur yazar değildir. Müslüman
kadınlarda okur yazar oranı yüzde bir idi. Osmanlı´da müslüman halk
hurafelerden medet ummaktadır.
İşte
bu karşılaştırma bile, Avrupalı´nın Osmanlı´dan beyin gücü ile ne kadar daha
güçlü olduğunu gösterir. Şüphe yok ki Batı bu gücünü ekonomiye, savaş
hilelerine ve sosyal yaşamın değişik alanlarına da yansıtacaktır.
Böylece
çaresiz ve kolay kandırılan Hasta Adam Osmanlı, Batı´nın oyununa geldiği gibi,
Batı tarafından da mağlup edildi.
SON TÜRK YURDU DA PAYLAŞILIYOR;
Limni
Adası´nda Agamemnon (!) Zırhlısı´nda imzalanan Mondros Mütarekesi´nden sonra
Sevr Antlaşması´nı Osmanlı´ya dayatan ve imzalatan 1´nci Dünya Savaşı´nın
galipleri olan İtilaf Devletleri, İstanbul´da Meclis´i Mebusan´ı basıp,
aralarında Enver Paşa´nın babasının da bulunduğu ve yakalayabildikleri elliye
yakın Osmanlı yurtsever aydınını
Malta´ya sürgüne gönderirler.
Bugünün
sınırlarına çekilmiş Osmanlı Türk Yurdu´nu İtilaf Devletleri, Yunanistan´a da
„şamar oğlan payı“ verip, aralarında paylaşırlar.
Türklerin
yüzyıllarca Avrupa´nın yarısına hükmetmesini (sadece Osmanlılar değil) bir
türlü affedemeyen Batı dünyası, artık 1´ nci Savaşı´nın galipleridir.
1´nci
Dünya Savaşı galipleri, Türkleri yalnız Avrupa´ dan değil, aynı zamanda
Anadolu´ dan da Orta Asya´ya sürmek istiyorlardı.
Dönemin
İngiltere Dışişlerı Bakanı bunu kabinesinde bilhassa teklif eder, ama Kabinesi
bu teklifi kabul etmez.
Böylece
elden giden İmparatorluk toprakları dışında, son Türk Yurdu olan Anadolu´ da
Sevr Antlaşması ile Fransa, İngiltere,
İtalya ile Yunanistan arasında paylaşılır.
RUSLAR GERİ ÇEKİLİYORLAR;
1917
yılında Rusya´daki Ekim Devrimi´nden sonra Rusya Doğu Anadolu´daki
birliklerinin büyük bölümünü yeni kurulan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler
Birliği (SSCB) sınırları içine çeker.
Rusya
yine de her ihtimale karşı tedbirlidir. Kurtuluş Savaşı´nda Türkiye´nin TBMM
Orduları mağlup olursa, Anadolu´nun paylaşımında Doğu Anadolu´dan pay alabilmek
için bir miktar tümenini Kafkas sınırında tutar.
1´nci
Dünya Savaşı bitiminde Osmanlı Devleti savaş galibi İttilaf Devletleri ile
Mondros Mütarekesi´ni imzalar ve silahlarını teslim eder. Ve Osmanlı Ordusu
dağıtılır.
ERMENİLERE KARŞI MİSİLLEME BAŞLIYOR;
Köy
ve kasabalarına sağ dönen, dağıtılanyenik
Osmanlı Ordusu´nun ellerinden silahları alınmış Türk askerleri, Ermeni
çetelerinin Rus ve Fransız Orduları´nın desteğinde ve de bazılarının da Rus ve
Fransız subaylarının giysileri ile köy ve kasabalarını yakıp - yıkışını, aile
bireylerinin ve yakınlarının da öldürüldüklerini öğrenirler.
Bu
durum karşısında sağ dönen bu Osmanlı Türk askerleri, Ermeniler´e karşı misillemeye
geçerler. Tüm bu olaylar tarihimizin beyaz sayfası olmadığı gibi, aydınlanma
dönemi yaşayan Batı´nın Osmanlı´ya ve Türklere hazırladığı büyük bir tuzak
olmuştur.
Aslında
bu olay bile Batı Tarihi´nin kara bir sayfasıdır.
Durum
böyle iken yapılacak en akıllı işin, artık sokaktaki adamın bile söylediği
gibi, olayın çözüm ve kararı uluslararası tarafsız tarihçi ve bilim adamlarına
bırakılması gerekiyor.,
Bati Dünyası, PKK ile Masaya oturan
Türkiye, Ermeniler ile de Masaya
oturmalı, diye düşünüyor?
24 Nisan günü Hamburg´da yürüyen Ermeniler de aynı isteği dile getirdiler.
24 Nisan günü Hamburg´da yürüyen Ermeniler de aynı isteği dile getirdiler.
Elbette
masaya oturulabilir. Ama olaylar tarihin süzgeçinden geçirildiğinde,
Türkiye´nin Erministan dan mı, yoksa Ermenistan
Türkiye´den mi özür dileyecek?
Ama
Emperyalist Batı ve destekçileri, Türkiye´nin hedefte tazminat ve toprak
vermesi için Ermeni Sorunu´na çözüm arıyor.
FARKLI BİR FRANSIZ DÜŞÜNÜR;
Bu
konuda kafa yoran Fransız yazar Yves BERNARD
Ermeni iddialarını çürüten „Ya Bize Yalan Söylediyse“ (SI ON NOUS AVAIT
MENTI) adlı kıtabı, 500 bin basmadan Ermeniler tarafından durduruldu.
HIRANT DİNK'TEN TARİHİ DERS;
Hırant
DİNK´in niye katledildiği halen muamma olup, aydınlığa kavuşturulamamıştır. Her
ülkede azınlıkların her bireyi o ülkenin has vatandaşıdır. Azınlıkların mal,
can ve de namus güvenliği de ülke devletinin güvencesi altındadır. Türkiye´de
de böyle olduğuna inanmak istiyorum. Ülkede azinlıklardan veya çoğunluk
kesimden bir vatandaş suç işlerse bile, o kişinin sadece ülkenin bağımsız
mahkemeleri tarafından yargılanması gerekir. Belli kişi ve gruplar hiç kimseyi
kendi yargıları ile kişilere ne her hangi bir zarar verebilir, ne de canına
kasdedebilir.
Herkes hakkında farklı da düşünse, aslında yiğit bir Türkiye evladı olan Ermeni kökenli yazar Hırant DİNK, 15 Nisan 2006 tarihinde Malatyalı İşadamları Derneği'nde yaptığı konuşmayla, bugünlerde bile sorulan pek çok sorunun cevabını vermiştir:
Herkes hakkında farklı da düşünse, aslında yiğit bir Türkiye evladı olan Ermeni kökenli yazar Hırant DİNK, 15 Nisan 2006 tarihinde Malatyalı İşadamları Derneği'nde yaptığı konuşmayla, bugünlerde bile sorulan pek çok sorunun cevabını vermiştir:
"Geçmişte
İngilizlerin, Fransızların, Rusların, Almanların şu topraklar üzerinde
oynadıkları rol neyse, bugün aynen tekrarlanıyor. Geçmişte Ermeni halkı onlara
güvendi, kendilerini Osmanlı'nın zulmünden kurtaracak sandı. Ama yanıldılar.
Çünkü onlar geldiler, kendi işlerini, kendi hesaplarını yaptılar. Çekilip
gittiler ve burada kardeşi kardeşle kan içerisinde bıraktılar. Ve bugün
Kürtlerin yaşadığı aynı şey. Amerika geldi, Kuzey Irak'ta bir Kürt Devleti
oluşturmak üzere. Kürt kardeşlerimiz için orası bir çekim alanı mı oldu, ne
oldu, başka bir şey mi oldu? Ümit mi oldu? Bu çok tehlikeli bir gidiş. Amerika
bu. Gelir, o kendi hesabını yapar, işine bakar, işi bittiğinde de çeker gider.
Ondan sonra da burada, tekrar insanları kendi didişmesi içinde bırakır."
YAŞAR KEMAL´ DEN DE TARİHE BİR NOT;
2004
yılinda Frankfurt´ta kendisine verilecek bir ödülü, Nobel ödüllü Lübeckli Alman
yazar Günter GRASS´ın elinden alan yazarımız Yaşar KEMAL, 07 Temmuz 2004 günü
Günter Grass´ın konuğu olarak Lübeck kentine de gelir. Tarihi Lübeck Burg
Kloster Müze´si salonunda düzenlenen ve Batı Almanya Radyosu´nda (WDR) görevli
Osman Okkan tarafından yönetilen bir söyleşi toplantısında Günter Grass,
"Türklerin Ermeniler´e katliam uyguladığından" söz etti.
Ardından
söz alan Yaşar Kemal, konuğu olduğu arkadaşı Günter Grass´ın o sözlerine yanıt
olarak şunları söyledi: "Türkler´in Ermeniler´e karşı bir katliam yaptığı
doğru değildir. Eğer öyle bir şey olmuş olsa idi, ben bunu ölümüm pahasına dahi
olsa yazardım ..."
Yaşar
Kemal´in bu sözlerinden sonar Günter Grass Ermeni meselesine o toplantıda bir
daha değinmedi.
Art
niyet taşımayan her sağ duyu sahibi politikacı, tarihçi, bilim adamı ve sıradan
insanın, Yaşar Kemal´in bu sözleri üzerine de düşünmesi gerekir.
Yaşar
Kemal, gözünü budaktan esirgemeyen, dünyaya mal olmuş ve gurur duyabileceğimiz
bir yazarımızdır. Kendisini dünya iyi tanır. Pek çok kitabı dünyada elliden
fazla dilde okunmaktadır. Yaşar Kemal´in, inandığı ve doğru bildiği davasında
Türkiye´de hükümetlere kafa tutmuş ve hükümetler tarafından yargılanıp mahkum
edilmiş olduğu dönemler de olmuştur.
O,
haklı bir davasını uluslararası hukuka da taşır. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi´nde (AİHM) bir davasını Türkiye´ye karşı kazanır. Davayı kazanmış
olmasına rağmen, hakettiği tazminatı Türkiye Cumhuriyeti devletinden
almamıştır.
Konuşmasında,
tazminatını almamasına: "Bu parayı fakir fukaradan alıp bana vereceklerdi.
Ben fakir fukaranın parasını almam" şeklinde yüce bir gerekçe gösterir.
Yaşar
Kemal, bu örnek ve yüce davranışı ile kendisini seven yurtseverlerin gönlündeki
tahtını pekiştirmiştir. Yaşar Kemal´in Türkiye Cunhuriyeti ile kavgası bile hep
saygılı ve ölçülü olmuştur.
O
söyleşide Kürt olduğunu da söyleyen, Çukurova´ya nasıl yerleştiğini anlatıp
Kürtçe dilini ve Kürt realitesini de savunan Yaşar Kemal, konuşmasında Türk ve
Kürt kökenli her yurtsevere ve aydına, "ikinci bir Türkiye yoktur"
mesajını vermiştir.
Orhan
PAMUK´un, ne oldukları ve kime hizmet verdikleri tartışmalı II´nci
Cumhuriyetçiler´in sözlerine kulaklarını çanak tutan Batı Dünyası, Yaşar
KEMAL´in: "Türklerin Ermenilere karşı bilinçli bir katliam yaptığı doğru
değildir. Eğer öyle bir şey olmuş olsa idi, ben bunu ölümüm pahasına dahi olsa
yazardım" sözlerini niye duymazlar?
Ya,
Türkiye sevdalıları bizler! Yaşar Kemal´in bu sözlerini dünyaya niye
anlatamıyoruz?
Uluslararası
tarihçilerden ve bilim adamlarından oluşacak tarafsız bir komitenin kurulması
için Türkiye Cumhuriyeti, Yaşar Kemal´i neye devreye koymuyor? Yoksa AKP
Hükümeti´nin böyle bir sorunu mu yok?
Almanya´
da iddia edilen "Sözde Soykırımı"n gerçek veya sözde olduğunu Alman
politikacıların, Avrupalı diğer politikacılardan daha iyi bilmesi gerekir.
Çünkü doğru ve gerçek bilgiler arşivlerinde mevcuttur. Bu nedenle iddia edilen
“sözde soykırım” önce vicdanlarda tartışılmalıdır.
TÜRK KÖKENLİ MİLLETVEKİLLERİMİZ;
Almanya´da
“sözde soykırım” dolu dizgin tartışılırken, bizim Türk (!) kökenli Alman
milletvekillerimiz nerede? Onların bu suskunluğuna ne demeli?
Mesele
bir sonraki seçimde de listeye girip, Almanya´nın eyalet vreya Federal
Parlamentosu´na, nasıl olursa olsun girmek ise, o zaman bizim de onlara ve
özellikle bizlerden oy isterken söyleyecek bir kaç sözümüz olmalıdır.
Ama
unutmayalım ki, sevabımızla ve günahımızla tarih ve de insanların vicdanı bir
gün bizleri de yargılayabilir.
O
zaman kimimiz vicdanların çöp sepetinde, kimimiz de yüreklerin onurlu
köşelerinde olabiliriz. Bunu da unutmamak gerekir.
Avrupa´da
her gün yükselmekte olan „ırkçılık“ böyle devam eder ve önü kesilmez ise, bugün
de habire "tu - kaka" edilmek istenen o Türkiye, bir gün ve
unutmayalım ki bir gün, belki de hepimizin, sığınmak zorunda kalabileceğimiz bir
liman olabilir!
Pekiyi;
Batı´nın bizimle derdi nedir?
İşin
doğrusu da dost bildigimiz Batı, güçlü ve istikrarı yakalamış bir Türkiye
istemiyor. Batı bu nedenle 1950´ li yıllardan bu yana Türkiye´de Kemalist
Çizgi´den çıkmış olan hükümetleri, açık ve gizli olarak desteklemiştir.
Şimdi de aynı Batı´nın AKP hükümetini ulusalcı
güçlere karşı desteklemekte olduğunu kimse görmemezlikten gelemez.
Bu
bağlamda, Kurtuluş Savaşı´nda Anadolu´daki yenilgilerini halen içlerine
sindiremeyen bazı Batılı ülkelerin politikacı ve devlet adamlarının varlığını
unutmamak gerekir.
TÜRKİYE´DE Mİ OSMANLI GİBİ HASTA BİR ADAM
MIDIR?
Alman
Eski Şansölyesi Gerhard SCHRÖDER, Şansölye olarak son Türkiye gezisinde iken
Almanya´nın hatırı sayılır gazetesi Lübecker Nachricten, Schröder´i tabip,
Türkiye´yi yatağında yatan „kolu bacağı kırık hasta bir adam" olarak
karikatürize etmişti. Bu karikatür ile ne anlatılmak istenmişti?
1´nci
Dünya Paylaşım Savaşı´nda toprakları Batı Dünyası tarafından paylaşılmak
istenen Osmanlı´ya son dönemlerinde verilen "hasta adam sıfatı“, niye
şimdi de Türkiye Cumhuriyeti´ne yakıştırılmak isteniyor?
O
karikatür ne zaman aklıma gelse, Türkiye gazetesi köşe yazarlarından Mehmet
SOYSAL´ın 09.11.2005 tarihli yazısından bir bölümünü hatırlarım, hep nedense.
O
yazısında Mehmet Soysal, Alman
yayılmacılığın ileri gelenlerinden Dr. Paul ROHBACK´a: „Almanya´nın geleceği
nerede?“ diye sorulan bir soruya, Dr. Rohback´ın verdiği yanıt: „Doğu´dadır.
…., Türkiye´de …., Mezopotamya´da …, Suriye´de dir, der.“ Diye yazar.
Çağdaş
ve çoğumuzun dost bildiğimiz Batı Dünyası, 21´nci Yüzyıla uygun
"SEVR" benzeri bir dayatmayı önümüze koymak üzere düğmeye yıllar önce
basmıştır.
Sadece
Almanya´da değil, Batı Dünyası´nın her ülkesinde gözü Ortadoğu´da olan pek çok
Dr. Rohback´lar mevcuttur.
Dr. Rohback´lar mevcuttur.
PROF. DR. FRITZ NEUMARK´IN İTİRAFI;
Prof.
Dr. Fritz Neumark; II´nci Dünya Savaşı
öncesi Hitler Faşizmi´nden kaçan ve ABD yerine Atatürk'ün Türkiyesi´ni tercih
eden bilim adamlarından biridir. Prof. Dr. Fritz Neumark, bir Boğaziçi
gezisinde öğrencilerinden birinin bir sorusu üzerine, Avrupalı´nın Türkleri
neye sevmediğini uzun uzun anlatır.
Avrupalı,
Prof. Neumark´a göre haksız da sayılmaz. "Avrupalı Türkleri neye sevsin
ki….. Osmanlı beşyüz yıl, Avrupalı´nın ensesinde at koşturmuştur." Prof. Neumark,
verdiği önemli yanıtına şunu da ekler: "Ama Tarihten Türkleri çıkaracak
olursak, tarih biter ve tarihin tekrar yazılması gerekir."
ÖZRÜ KİM KİMDEN DİLEMELİ?
İŞTE KACAZNUNİ´nin İTİRAFI;
Ermenistan´ın
ilk Başbakanı olan Ovannes KAÇAZNUNİ özür diledi!
Özür
dilemesi gereken taraf, özrünü 90 yıl önce Türk'lerden dilemiştir. Özür dileyen
şahsiyet, Ermenistan'ın ilk Başbakanı Ovannes KAÇAZNUNİ' dir.
Kaçaznuni,
1923 yılında kurucusu olduğu Taşnaksutyun Partisi'nin kongresine sunduğu geniş
raporunda özetle şöyle diyor:
"Türkler
ne yapacaklarını biliyorlardı. Ve bugün pişmanlık duymalarını gerektirecek bir
husus bulunmamaktadır."
Aynı
raporda Kaçaznuni: "Aklımız dumanlandı……", "Boş sözlere,
hayallere kapıldık……" der. Çarlık Rusyası, Fransa ve İngiltere'nin oyununa
nasıl geldiklerini uzun uzun açıklar.
Bugün
Hırant DİNK ve Ovannes KAÇAZNUNİ hayatta değiller. Ama söyleyip yazdıklari
birer ibret belgedir. Ayrıca önümüzde,
Allâh sağlık ve afiyet versin, yaşayan
bir tarihi anıt Yaşar KEMAL var. Bazı konularda kendisi ile aynı
düşünmeyenlerimiz olabilir.
„Sözde
Ermeni Soykırımı“ konusundaki düşünce ve söylevlerini neye yabana atalım, neye
bayraklaştırmayalım?
Türkiye
benim de vatanım diyebilen, Türkiye sınırlarında ve de dışında yaşayan etnik ve
inanç kökeni ne olursa olsun, Türkiye´yi değişik metodlar kullanılarak
çökertmek, parçalmak isteyenlerin karşısında suskun kaldığımızda, tarihe, çocuk
ve torunlarımıza karşı sorumlu olacağımızı da unutmayalım.
Remzi UYSAL
Lübeck / Almanya, 02 Mayıs 2013
Lübeck / Almanya, 02 Mayıs 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder