Adalet (barış), Millet İradesi
ve Üstünlük
Mustafa Nevruz SINACI
Adı “Adalet ve Kalkınma” olan
partinin olağanüstü büyük kongresinde, hatipler adeta haykırıyor, başta
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) olmak üzere, Cumhuriyet Baş Savcıları
dâhil bütün adalet ve hukuk cihazı camiasına telkin, tembih ve tehdit dolu
mesajlar göndermekte birbirleri ile yarışıyorlardı!.. (Ankara, 27 Ağustos 2014)
Onlara göre: Hiçbir şey (güç,
kuvvet veya erk) millet iradesinden üstün olamazmış!.
Özellikle, 27 Mayıs sonrası ve
bizatihi 27 Mayıs’ın (12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve sair post modern darbe,
sulta/cunta, vesayet kalkışmalarının) henüz yargılanmadığı; Şahsi ahvaller
dışında (Nürmberg Mahkemeleri gibi), bütün olayın maşeri vicdan (HÂKİM) önüne
çıkartılıp sorgulanmadığı bir Türkiye’de, bu söz çok iddialıdır. Mübalâğalı,
ağdalı, abartmalı ve belli ki “icraattan dolayı duyulan rahatsızlıklardan
mütevellit”, aba altından sopa gösterme amacına matuf bir söylem
kabilindendir!..
Esası demagoji, hayal ve
ütopyadır.
Zaten de öyle algılanmıştır…
Yine de gelin, bu iddia ve
ihtirasın mümkün olup olamayacağına bir bakalım:
Ancak burada, öncelikle millet
iradesinin tezahür biçimi son derece önemlidir.
Medeni ülkeler ve yerleşik,
kurumlaşmış namuslu-dürüst, ilkeli-onurlu, sorumlu-soylu ve saydam
demokrasilerde “bire/bir” yani, doğrudan vekâletle temsil hakkı verilmiş
bireylere Millet Vekili denir. Doğrudan seçmen tarafından önerilerek, tayin ve
tespit edilmemiş kişinin milleti temsil hakkı yoktur. Bu ve mümasil (benzer)
kişiler ancak patronları, parti sahipleri ve icabında dâhil oldukları “saadet
zincirinin” menfaatlerini temsil ve ilzam ederler…
Dolayısıyla Milletin değil; Vesayetin vekillerine parlamenter denilir.
Son elli yılda bu usul-esas ve
kriterlere uygun olarak: Namuslu, dürüst, demokrat ve şeffaf usullerle
seçilmiş, gerçek bir “MİLLET VEKİLİ” var mı acaba?. Malûm sürece dair tarihte
yazmıyor. Bilen varsa beri gelsin!.. Velev ki, Milletvekilleri bu esas ve
usullere uygun seçildi. Millet tercihinin eseri, şaibesiz vekiller ve “devlet
idaresinde millet iradesinin” tecelli unsurları oldu. Bu takdirde adalet’in
üzerinde ve adalete rağmen bir irade ortaya konulabilir mi? Müştereken Meclis
dahi adalete aykırı bir karar alabilir ve uygulamaya sevk edebilir mi?
Cevap: Kesinlikle HAYIR, asla ve
kat’a mümkün olamaz’...
Tam burada bir hatırlatma
yapayım:
Bu gün 1 Eylül Dünya Barış Günü
(01 Eylül 2014)
Barış öyle bir kavramdır ki;
Sadece Adalet hüküm sürdüğünde gerçekleşir.
Bir ülke, aile, kabile, kurum
veya dünyada Adalet yoksa Barış yoktur. Ülkenin bütün kurum ve kurulları ile
hayatın her alanında adalet yoksa sadece zulüm, eziyet, işkence, gasp, irtikap,
terör/tedhiş ve sömürü vardır. Nizamı âlemde; Daha açık ve doğru bir tanımlama
ile evrensel hukukta; Haklı,
doğru-iyi ve dürüstlerin güçlülüğü>meşruiyeti esastır. Özellikle vahşi
batının ‘şeytani kuramı’ olan “insan insanın kurdudur” itikadında ‘güçlülerin
haklılığı, hâkimiyeti ve meşruiyeti’ esas olmakla beraber; Bu yol, meslek veya
meşrep orijinal/objektif İnsan (canlı) Hakları, Adalet, adalet ahlâkı ve hukuka
kesinlikle aykırıdır.
Amma lâkin (sözde) Müslüman
âlemin içine düştüğü gayya çukuru; Nefret, ifrat, hırs, ihtiras, zaaf, fetret
ve “kifayetsiz muhterisler” ile millet iradesini “sahtecilik, yalan ve hileyle”
gasp ederek hükümferma olan kripto tiranlar dolayısıyla, yüzler Kâbe’den
batı’ya çevrilerek; Adalet, hakikat ve faziletin nuru, kötülük ve kul hakkının
karanlığına iblâğ olmuş (dönüşmüş) bulunmaktadır. Bunun anlamı:
Şu anda dünyada özgür, hür ve hükümran bir İslâm ülkesi yok demektir.
Oysa, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923 yılında, başta İran olmak
üzere; Afganistan ve Türkiye hür, bütünüyle özgür ve hükümran (egemen) ülkeler
idi!..
İşte günümüzün fotoğrafı
budur.
Peki, “ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR” ne demek?
***
Adalet Mülkün Temelidir; Ne
Demek?..
Mustafa Nevruz SINACI
Önce
“Adalet” ne demektir? ADALET: Hak
(Rab) kanunlarına, yani evrensel hukuk kurallarına uygunluk.. Herkese hakkını
vermek, lâyık oldukları muameleyi yapmak, haksızları terbiye etmek; Suçluları
mutlaka cezalandırmak, zulüm yapmamak, saygı, insaf ve merhamet sınırları
dâhilinde insanları idare, barışı koruma, ekolojiyi himaye ve devleti idame
etmektir.
Adalet kelimesinden türeyen
Mâdelet=adaletli olmak; Kelimenin kökeni olan Dâd ise, Cenab-ı Hakk'ın
emrini, emrettiği şekilde tatbik ve suçlu üzerinde icra etmek anlamında olup;
Uygulamada “Hak sahibine hakkını vermek” ve “haksız, zalim ve bilumum suçluları
te'dip ve terbiye, ta'zip ve tecziye (cezalandırmak ve ıslah) etmek anlamına
gelir.
Ayrıca “Evrensel Adalet”, “İlâhi
Adalet” hükmündedir. Halkı ve devleti idare, hukuku (kurulu düzeni) idame ile
görevli, bizzat halk tarafından (aracısız/dolaysız) seçilmiş vekillerin
meşruiyeti ile buna dayalı Yargı erk’i ve hükümetlerin meşruiyeti de adaletle
kaimdir. Yargı, tam bir tarafsızlık ve bağımsızlıkla adalet üretemiyorsa,
“gayrimeşru” demektir. Ne pahasına olursa olsun Meclisin bu zulmü düzeltmesi
zorunludur. Görev hükümete değil Meclis’e aittir.
Hükümetler
de aynen mahkemeler gibi; Karar, icra, iş ve işlemlerinde adil olmaya, hak ve
adalet üzere hareket etmeye mecburdur. Adil olmayan hükümeti def ile öncelikle
ve evvelâ muhalefet görevli-yetkili ve sorumludur. Paralelinde adalet cihazı,
Meclis ve nihayet ordu! Şu kadar ki adil olmayan hükümete itaat caiz
değildir.
Kuramın Arapça aslı “El-adlü
esâsü’l-mülk”tür. Türkçede ‘mülk’ kelimesi ‘Mahkeme kadıya mülk değil’
söylemindeki gibi genellikle taşınmaz (gayrimenkul) anlamında kullanılır. Oysa
Arapçada hükümran devlet, müstakil düzen, ülke, egemenlik, iktidar, saltanat,
özgürlük anlamlarına gelir. Yani ‘Adalet
mülkün temelidir” sözüyle özellikle ve ağırlıkla kastedilen: “Devletin veya düzenin esası adalettir.”
Hükmü, hayati unsur ve evrensel gerçeğidir.
Bu gerçek,
Mecelle, Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilimi disiplinleri gibi objektif ilmî
kaynaklar ve medeni siyaset normunda açıklandığı ve tanımlandığı üzere: Meclis
(YASAMA) nezdinde.; Millet
Vekillerinin ortak ve mutlak sorumluluğu altında; Adalet cihazı (YARGI) “tarafsız ve bağımsız”; Hükümet
(YÜRÜTME) ise, sadece Anayasa ve
Anayasaya kesinlikle uygun olmak koşuluyla Yasama ve Yargı Kararlarını
uygulamakla memur ve mükellef olup; Kuvvetlerin her biri, devlet içinde “nevi-i şahsına münhasır” erklerdir. Şu
kadar ki: Yasama kendine amir; Yargı ve yürütme ise Yasamaya bağlı kurum ve
bağlı kuruluşlar hükmündedir.
Yani:
Tepeden-tırnağa, tabandan zirveye/çatıya, devlette adalet hâkim ve hükümferma
olmadıkça; İnsani, hukuki, ahlâki ve medeni bir devletten söz edilemez. Devlet, Demokrasi, Cumhuriyet ve Lâiklik
“olmazsa olmaz” kabilinden özgün kurallar bütünüdür. Hükümetler sadece ve
yalnızca bu düzeni geliştirmek, iyileştirmek, mükemmele ulaştırmak; Daha kavi, sağlam ve mükemmel kılarak
“haklıların güçlülüğü, iyi insan ve iyi vatandaşların” mutluluğu yönünde
yükseltmek için Meclisle ortak çalışarak görev yapmak zorunda ve
durumundadırlar.
‘Esas’
kelimesi için seçilmiş olan ‘temel’ yanlıştır. Çünkü bir ‘toplumsal
sözleşmenin’ devlet ve adalet temelinde teşkili önemli olmakla beraber; Asıl
şart adalet ve hukukun devlet binasının “temelden, tavana bütün huzme ve
hücrelerine” nüfuz etmiş bulunmasıdır.
Adalet, devlet temelinde
mevcuttur” biçiminde bir iddia ve telâkki ile otaya çıkılıp; hükümet işleri
“kitabına uydurulmak” kabilinden sevk, idare ve idame olunamaz. Söz, kuram ve
kural’ın sahibi olan Hz. Ömer’in anlayışına göre “adalet bir devletin temelinde
olduğu gibi tepesinde de, yani her zerresinde mevcut olarak fiilen hayat ve
vücut bulmalıdır.
Adalet temeli üzerine bina edilen
kurum ve kuruluşların çatısında zulüm yaşanırsa, o binada adaletin varlığından
söz edilemez. Halkın idaresiyle iştigal edip; En az Hazreti Ömer veya aynı
dönemin “putperest İran Kisrası
Nûşirevan” kadar adil olamayan Amirler ile; “Adaletsiz amirler karşısında
dilsiz şeytan kesilen Âlimler” manâ itibarıyla sadece bir Köpek hükmündedirler.
Biline… Netice olarak:
Adaleti Meclisler tesis;
Yargı cihazı temin ve
Hükümet’ler ifa ve icraya mecburdur.
Yargı cihazı temin ve
Hükümet’ler ifa ve icraya mecburdur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder