29 Mart 2010 Pazartesi

AKP’NİN YELDEĞİRMENLERİ İLE SAVAŞI
Mustafa Nevruz SINACI
03 Kasım 2002 günü yapılan milletvekili genel seçimlerinde akp; Seçme-seçilme ve oy kullanma hakkına sahip ve listelerde kayıtlı 41.407.015 seçmenden, sandık başına giderek vatandaşlık görevini fiilen ifa ve icra eden 32.753.836 kişiden 10.848.704’ünün oyunu alarak % 33.12 oranla 365 milletvekili çıkardı;
Cumhuriyet tarihinin en antidemokratik seçiminde chp’de 6.114.843’le, % 18.66 oy oranı ile 177 milletvekili çıkardı. Diğerleri adeta bozguna uğradı. Tamamı haksız, adaletsiz ve akıl dışı bir barajın altında kalarak feci şekilde boğuldular. Seçmenlerin % 20.89’u “8.653.173 kişi” veto, sivil itaatsizlik yahut tepki hakkını kullandı. Katılım: %79.10 olarak gerçekleşti.
Yani akp seçime katılanların % 33.12’si, tüm seçmenlerin ise %26.20’sinin oyları ile tüm vekillerin % 66’sına; chp %18.66’ya mukabil (geneli: % 14.76) vekillerin %32’sine sahip oldu. Bunun adına adalet, hukuk ve demokrasi diyenler, herhalde beyin özürlü olmalı!...
SİYASİ PARTİLER VE SEÇİM YASALARININ HUKUKSUZLUĞU
2822 sayılı siyasi partiler; 298 sayılı seçimlerin temel hükümleri ve 2839 sayılı millet-vekili seçimi kanunlarındaki antidemokratik unsurlar dikkate alındığında bu; Önceki/sonraki, 1983’den itibaren vaki bütün genel ve yerel seçimlerin millet iradesine aykırı, utanç verici, hak, adalet-hukuk ve siyaset bilimi kavramları ile ne denli çelişkili olduğunun kanıtıdır.
Yani; akp’nin % 33.12; gerçekte % 26.20 ile Parlâmento’nun % 66’sına;
Chp’nin ise, % 18.66 veya gerçekte % 14.76 oyla Parlâmentonun % 32’sine sahip olması çok büyük bir haksızlıktır. Asla onaylanamaz. Bu millet iradesi, hukuk devleti ilkeleri ve kamu vicdanına saygısızlık ve aleni bir ahlâksızlıktır. Özellikle; kanunun ön seçim ile ilgili mücbir hükümlerinin uygulanmaması ve millet iradesinin adalet ve hakkaniyetle tezahürüne karşıt “merkez yoklaması (gerçekte parti sahiplerinin keyfi ataması) yönteminin uygulanması nedeniyle büyük bir ayıp, haksızlık, hukuksuzluk ve sivil cuntacılıktır!…
Ve kesinlikle!.. “yönetimde istikrar/temsilde adalet” ilkesinin suç derecesinde ihlâli; İnsan hakları, adalet ahlâkı ve hukuka aykırı olarak, ‘azınlığın çoğunluğa tahakküm’ rejimidir. Diğer bir anlamda ve en açık deyişiyle; 50 yıllık statükonun (vesayetin) sürdürülme hırsıdır.
Bu, elbette bilinen ve beklenen gerçektir. İkinci karşıdevrim olan 27 Mayıs 1960’dan itibaren sistematik olarak sürdürülen yozlaşma, bunalım, buhran ve kaotik popülist politikalar bunun böyle olmasını gerekli ve zorunlu kılmaktadır. Statükoya göre ortada bir sorun yoktur.
MİLLETE GÖRE SORUN BÜYÜKTÜR
Ülkemiz, son müze soygunları nedeniyle Kültür ve Turizm Bakanı (eski chp ve shp’li) Ertuğrul Günay’ın “soygunların sebebi darbelerdir” tespiti cihetiyle 27 Mayıs 1960, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubatta olabildiğice soyulmuştur. Öyle ki soygun-vurgun, yalan-talan, gasp, irtikap, hırsızlık ve yolsuzluk ara dönemlerde de olanca hızıyla siviller, siyasiler ve oligarşik bürokratik yapı tarafından da amansızca sürdürülmüştür.
Bunun yanı sıra elli yılda vuku bulan faili meçhul sayısı 50 bin dolayında telâffuz edilmektedir. Dahası iç ve dış borç yükü yıllardır milletin belini bükmekte; Pahalılık ve enflâsyon geni halk kitlelerini ezmekte; Anarşi, terör ve tedhiş, halkın huzur, emniyet, devletin güvenlik ve bütünlüğünü tehdit etmektedir, o dönemde de etmekte idi…Tüm oligark, uzantı ve mütemmim cüzlerini kapsayan “çağ, İslâm ve insanlık dışı” dokunulmazlık yasaları nedeniyle gaspçılar yakalanamıyor, parlâmento tasallutçularına dokunulamıyor ve “asil halk” hariç “medya/mafya/politik-ACI” suçlularına ilişilemiyordu!...
İşte akp bu argümanları sonuna kadar kullanarak iktidar oldu.
Üstelik kahir ekseriyetle ve tek başına…
Demokrat Parti’den bu yana ilk defa!...
Ama ne oldu? Yedi buçuk sene sonra gelinen noktaya bakıldığında fotoğraf şu:
“Havanda su dövmek, bıktıran demagoji, tezvirat, popülizm-mugalâta, adi, ahlâksız ve şerefsiz kartel medyası ile dans, siyasette mutasyon; sonuç hayali sukut ve hüsran!..”
Yani akp ve hükümeti 7.5 yıldır fuzuli işlerle iştigal etmekte, de’Facto AB-D sultasına boyun eğmekte, yolsuzluğa prim, terör/tedhişe fırsat vermekte ve adeta ‘geleceğe matuf bir takım meçhul ve menfur emelleri gerçekleştirmek için zaman kazanmakta’ ve İspanyol yazar Miguel de Cervantes Saavedra'nın Donkişot’u misal yel değirmenleri ile savaşmaktadır.
MEŞRUİYET VE MEŞRUAT
Mustafa Nevruz SINACI
Meşru: Haram ve yasak olmayan; Hak edilmiş, adalet ahlâkı ve hukuka uygun olan..
Meşruiyet: Sosyal bilimler literatüründe, meşruiyete ilişkin tartışmalar genellikle Max Weber'in otorite ve meşruiyete ilişkin çözümlemeleriyle başlar. Weber: "Tecrübelerimiz bize göstermiştir ki, hiçbir otorite sistemi, sadece maddi, duygusal veya ideal motiflere dayanarak sürekliliğini sağlayamaz. Bütün bunlara ek olarak, her otorite sistemi meşruiyetine ilişkin bir inanç oluşturmak ve beslemek gayretindedir" der. Görüşlerinde iki unsur dikkat çekmektedir:
1. Meşruiyeti siyasi rejimlerin yaşaması için en önemli faktör olarak görmekte;
2. Meşruiyet kavramını tanımlarken inanç unsurunu esas almaktadır.
Bu genel tespitler çerçevesinde üç tip hâkimiyet veya otorite tipini ayırt eder.
Geleneksel, karizmatik ve hukuki-rasyonel otorite… Geleneksel otorite, bir toplumda uzun zamandan beri yaşayan geleneklere dayanırken, karizmatik otorite bir liderin olağanüstü özelliklerinden kaynaklanır. Karizmatik otorite tipinde halk liderin sahip olduğu bir takım nitelikler dolayısıyla ona biat ve itaat ederken, geleneksel otorite tipinde halkın yöneticilere itaat etmesinin nedeni, siyasi iktidarın geleneklere uygun olarak iktidara sahip olup kullandığına dair olan inançtır. Hukuki-rasyonel otorite tipinde otorite rasyonel bir hukuk sisteminin sonucudur. Bu otorite tipinde, insanlar geleneksel olarak saygı gören bir şefe veya karizmatik bir lidere değil, bir dizi soyut, genel ve kişilik dışı kurala bağlılık gösterir. Modern dünyada geçerli olan otorite tipi hukuki, adil-rasyonel otoritedir. Weber'in çözümlemesine göre siyasi iktidarlar yönetilenlerin rızasını talep ederken adeta şöyle seslenmektedirler:
Geleneksel şef: Bana itaat et, çünkü halkımız yüzyıllardan beri şeflerine itaat etmiştir.
Karizmatik lider: Bana itaat et, çünkü ben senin hayatını değiştirebilirim.
Hukuki-rasyonel yönetici: Bana itaat edin. Çünkü ben sizin, adalet ve hukuka uygun olarak seçerek atadığınız yöneticinizim. Dikkatli incelendiğinde, meşruiyetin hukukilikle aynı şey olmadığı anlaşılır.
Hukukilik; hukuk ve kanunlara uymaktır. Yöneticilerin anayasa ve kanunlara uymaları, “o yöneticilerin” yönetilenler gözünde meşru olduğu anlamına gelmez. Bir başka deyişle, yöneticilerin karar alırken, emir verirken pozitif hukuka uygun olarak davranmaları onların meşruiyetini kanıtlamak için yeterli değildir.
Neticede meşruiyet: Kanunların (insan-hayvan, bilcümle doğa varlıkları, çevresel değer ve unsurlar dâhil olmak üzere) genel ve nesnel bağlamda evrensel hak (görev, eylem, ilke, sorumluluk bazında) adalet ahlâkı ve hukuka mutlak uygunluğun varlığı; Ayrıca yasa (kanunların) kesinlikle Anayasa’ya aykırı olmaması ve Anayasanın da “asla” temel (doğuştan var olan ve sonradan edinilen) insan haklarına aykırılık taşımamasıdır.
Meşruh: Şerh olunmuş. Anlatılmış, açıklanmış ve izah olunmuş.
Meşruhât: Meşruat kelime ve kavramının yerine geçmek üzere kullanılır. Bir hüküm, karar veya eylemin meşruiyetine veya meşru olmadığına (isabet, yanlışlık yahut aykırılığına) dair izahlar, açıklamalar ve bu meyanda yazılanlar demektir.
MEŞRUAT: (Objektif ve orijinal ‘norm’ kelime, kavram) Hak, doğru, adil ve meşru; veya yanlış, aykırı, yasa/hukuk ve ahlâk dışı olanı beyan ve onay. Haram, yasa dışı ve yasak olmayanı tespit. Olaylar, hüküm, kanun, karar ve mütedair eylem; Yasa taslak ve tasarıları dâhil olmak üzere: “adalet, hakkaniyet ve hukuka uygun” olup olmadığına dair yazılı veya sözlü beyan. Adalet, hak, ahlâk ve hukuk (kanaat) önderleri tarafından verilen/konulan şerh.
BUNA GÖRE: TC’nin 37 yıl istikrar ve insicamla uygulanan, en uzun ömürlü ve tek sivil; “Kurucu (1924); Atatürk’ün Anayasası” varken, sözde yeni sivil anayasa arayışları neden? Bu istemin aslı, esası, ana sebep ve hikmeti nedir? 1961 anayasası da 1982 gibi darbe imalâtı olduğu halde, niçin göz ardı edilmekte? Üstelik 608 (613) suç dosyası ve içtüzük hükümleri uygulandığı takdirde % 80’i devamsızlıktan (görevini yapmamaktan) “düşük”, insanlık, hukuk ve ahlâk dışı dokunulmazlık zırhları ile zoraki korunan parlamenter ile…
Bu olacak şey değil!..
Gündemi işgal eden diğer konular da hakeza…
Üstelik! Doğruların, dürüstlerin, hakkaniyet, adalet ve hukukun itibar görmediği, ilke, onur ve erdemin kabullenilmediği, zekânın ayaklar altına düştüğü, yüceliğin takdir edilmediği ve alkışlanmadığı, doğruyu söyleyenin dokuz köyden kovulduğu; iyi'den, doğru’dan, haklı’dan (bons sens) onurlu ve sorumludan yana olanların değil; güç ve güçlüden yana olanların savunulduğu bir yer, dönem ve zamanda…
Aslında çarpılan, bozulan, çürüyen, yozlaşan ve dağılan düzeni imar, ıslâh ve tamir mecburiyeti varken!..
Ey!... (Millet Vekilleri Değil!..)
Parlâmenterler, kendinize gelin...
*** Aman!.. Devlet sanayide bulunmaz, üretmez, ticaret yapmaz diyen; özelleştirme yanlısı “yalancı, talancı, yolsuz-soysuz, peşkeşçi bedhahlara” inanmayın, aldanmayın, kanmayın! AB de devlet işletmelerinin ekonomideki ortalama payı % 42; İsveç, Norveç ve Danimarka'da % 61'dir. (anonim)
*** Ayrıca, bil ki!.. Türk insanı "altın değerinde" nadir bir cevher gibidir; Işığa tut bak; içinde Atatürk, namuskârlık, doğruluk-dürüstlük, diğerkâmlık, sencillik, adalet ahlâkı, bilgelik; Onur, erdem, ilke yoksa bil ki sahtedir. (Mustafa Nevruz SINACI)
*** Cumhuriyet fazilettir, erdemdir; Fazilet'i ahlaki'ye müstenit bir idare şeklidir. Cumhuriyet; Fikren, ilmen ve bedenen kuvvetli; Seciyeli, seviyeli, yüksek ahlak ve kavi (sağlam) karakterli muhafızlar ister. (14.10.1925, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK)
*** İyi, namuslu, dürüst ve demokrat olan kazansın…

Hiç yorum yok: