ANAYASA’YA İNCE AYAR
Mustafa Nevruz SINACI
Hükümet tarafından gündeme taşınan “Anayasa değişikliği paketi” ve hamlesine çok özel bir önem ve dikkatle eğilmek; “onurlu ve sorumlu” herkes için bir vatandaşlık görevidir.
Çünkü aziz Türk milleti ve kadim devletimize huzur ve dirlik vermek istemeyen dış kaynaklı ve güdümlü bedhahların yarım asırlık hevesi: Mustafa Kemal Atatürk, kurucu unsur ve bizatihi milletin anayasası olan “Kanun’u esasi”yi (1924 Anayasası’nı) bütün iz, eser ve esbabı (sebep, kaynak ve dayanakları) ile ortadan kaldırmaktır.
27 Mayıs kalkışmasını tezgâhlayan vatan hainlerinin, önce 37 yıllık “sivil anayasa” ya saldırmasının; Sonra da, başta devlet hazinesi olmak üzere, halkın alyans ve bileziklerine göz dikerek ülkeyi baştanbaşa soyup soğana çevirmesinin sırrı, sebebi hikmeti burada saklıdır.
O günden bu güne kadar; “soygun-vurgun, yalan-talan, hırsızlık-yolsuzluk ve yağma” ekonomisi (düzeni) hiç değişmeden haince hüküm sürerek bu güne değin geldi. Kayıp-kaçak, hesap-nisap öylesine sarpa sardı, insanlık dışı bir hâl alarak cebri çürüme ve yozlaşma nedeni oldu ki, beteri düşman başına. Üstelik başta DPT olmak üzere, 61 ve 82 anayasa kurumları bu cürüm, menfur emel ve soygunların odağında yer alan “kamusal aktörler, en çok suiistimal ve istismar edilen “devlet ile milleti” müştereken soymak için kullanılan kurumlar haline geldi.
PolitikACI, medya-mafya kıskacında ülke, soygun-vurgun, yağma, yalan ve talana peşkeş çekildi. Oysa!... 1923 –1938/1950 -1960 döneminde bunlar olmadı. Hukuk Devleti ve hükümetler, 1939- 1950 “dikta-cunta ve istibdat dönemi” hariç, pek namuskâr ve dürüsttü.
Millet iradesi devlet idaresinde daha çok hâkim ve hükümetler daha bir demokrattı!..
Son elli yıldır bunların hiçbirisi yok!.. Kuvvetler ayrılığı sanal, 27 Mayıs’a meşruat veren yargı ve yürütme kamu vicdanında mâhkum, TSK zan altında, yasama şaibeli.
DEMEK Kİ!.. Değişmesi gereken sadece 1982 anayasası ve kurumları değil;
En başta 1961 anayasasından intikal izler, melânet zihniyet ve kurumlardır!..
NİSYAN İLE MALUL HAFIZA-İ BEŞER
Özellikle, bu ülkede; 20 Nisan 1924 tarih ve 491 sayılı “Teşkilât-ı Esasiye Kanunu” yani, TC’nin ilk ve tek sivil (1924) Anayasası, 37 yıl yürürlükte kalmasına ve bizzat Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün emek ve onayını taşımasına rağmen; Sözde Atatürkçü “27 Mayıs kalkışmacıları” tarafından fütursuzca ilga edilmiştir!...
İlganın sebebi: Cumhuriyet, hak, adalet, insanlık ve demokrasi düşmanlığı ile malul ve maruf menfur zihniyetin “bu anayasa durdukça, eninde sonunda tasfiye” korkusudur. Daha açık bir deyişle; 27 Mayıs cunta ve şerikleri (yardım ve yatakçıları) başta Atatürk olmak üzere bilumum ilke, eser, yasa ve inkılâplarından nefret etmekte idiler. Dolayısıyla geleneğin ifsat ve anayasanın ilga nedeni: Şer, şeamet, nefret ve hazmedilemeyen Türklük ve İslâm’dır.
NETEKİM!...
O’nun; Yani TC’nin ilk ve tek sivil anayasasının yerine, cunta marifetiyle “cebren ve hile ile kaim” 09 Temmuz 1961 tarih ve 334 sayılı “1961 anayasası” ikame edilmiş; TC 1963’ den itibaren en büyük zarar, hasar, kayıp, taciz, tarumar, yıkım ve tahribatı mezkür anayasa sayesinde yaşamıştır. Sadece on yıl sonra 12 Mart 1971’de, dikta ve cunta müdahalesi ile “bu anayasa ile devlet idare edilemez” kabilinden çok ağır bir gerekçeyle büyük bir tadilâta maruz kalmış, bundan on yıl sonra da çöpe atılmıştır!...
Sadece 20 yılda vaki müthiş kıyım, yıkım, maddi-manevi çürüme, ekonomik-sosyal ve toplumsal çöküş ve yozlaşma nedeniyle; Bu kerre mutlak zorunluluk haline gelen ve “silsile-i merâtibe” (emir-komuta zincirine) uygun olarak gerçekleşen 12 Eylül 1981 TSK müdahalesi ve müdahiller tarafından hazırlanıp; 07 Kasım 1982 tarih ve 2709 sayılı kanun ile kaim (1982 Anayasası”nın; 28 yılda neredeyse yarısı didik-didik edilmiş, değiştirilmiş-dönüştürülmüş ve bu zaman zarfında ülkemiz “en büyük soygun ve vurgunlara” yalan ve talana maruz kalmış ve yine halkımız en antidemokratik politikalara muhatap ve muarız olmuştur!...
Bu nedenle “anayasaya ince ayar” çok pahalı ve ağır bedellere iblağ olabilir!..
“KOMPOZE HAP” GİBİ ANAYASA PAKETİ!..
Mustafa Nevruz SINACI
Siyasette edep, hayâ ve nezaket; Kesinlikle ve mutlaka yüksek bir erdem ve engin bir dehanın eseridir. Bu dehalar, ilim, iman-hikmet, feraset ve basiret sahibidirler.
Osmanlı’nın 600 yılı mücavir, mümasillerinin de buna yakın veya daha uzun sürelerde hayat bulmasının sebep ve hikmeti “umur görmüş” yöneticiler ile “adaletli, faziletli, namuslu, dürüst ve demokrat” vakur (ağırlıklı) devlet adamlarıdır. Bunları daima ‘akil adamlar’ denilen meclisler, bakanlar, bürokrat ve danışmanlar tamamlamışlardır. Uzun ömürlü devletlerde, kısa ömürlü idareler (hükümet) ve idareciler dikta heveslisi, despot ve deccal karakterli olanlardır.
Bunlar “geleneksel kural ve yasaları” tanımak istemez, takmaz ve sevmezler.
Devleti güvenlik, refah, zenginlik, mutluluk, barış, adalet ve istikrar içinde yürütmeye ve yönetmeye sebep akaidi (kural ve kaideleri) düşman beller, hayatlarını, bunları ne pahasına olursa olsun yok etmeye adarlar!... Kanunları dolanmak; tüzük büzük; yasa masa v.d; gibi iç siyasete gönderme, yatırım ve malzeme kabilinden sözler, “halk dalkavukluğu”, kabadayılık ve küstahlık bunların şiarındandır!.. Devletin gerçek sahipleri bunlara çok dikkat etmelidir!..
Çünkü Cumhuriyetin ilk kalkışmasının (27 Mayıs) failleri aynen böyledir.
İlk “postmodern” sayılan 12 Mart da aynı zihniyetin eseri ve uzantısı...
İkinci müdahale olarak addedilen 12 Eylül: Mutlak bir gerek ve zorunluluk eseridir.
Dolayısıyla: ‘12 Eylül yargılansın’ deyip: 27 Mayıs’a toz kondurtmayanlar, sinsi hain, gizli düşman (dahili bedhah) içten içe kangren, kanser olmuş “koza-kripto, mason-misyoner, sabetaist, dönme ve devşirme” ur ve habis unsurlarıdır. Elebaşı, önder ve yoldaşlarının kahir ekseriyeti iki pasaportlu olup; çifte vatandaşlık yaftası taşır.
İşte bu nedenle: Anayasa değişiklik paketine kaygıyla bakmak, kuşkuyla yaklaşmak ve bilinçle inceleyip, tam bir vatanseverlikle “hak-adalet, ilim-irfan, demokrasi, hukuk ve ahlâkın ışığında” değerlendirmek lâzımdır. Bir başka deyişle: Tarihin tekerrürüne asla fırsat vermemek, 1961 gibi büyük gaflet, delâlet, hıyanete düşmemek; korkaklık, ürkeklik ve baskı handikabına boyun eğmemek zorundayız.
Burada “çok dikkate şayan bir bilgi-not” arz etmek istiyorum.
22 Temmuz 2007 genel “parlamenter” atamaları (halk tasdiki) sonrası vaki tartışma ortamının son demlerinde bir gazetecinin makalesine enteresan bir yorum eklenir. Şöyle ki:
“Fatih Altaylı, Oray Eğin' in Akşam Gazetesinde yayınlanan "Cemaat Harekete Geçti" başlıklı yazısına, sitesinde yer vermiş. Bu yazıya, Osman Karataş (!) isimli ile bir vatandaş yorum göndermiş. Fatih Altaylı da bu yoruma karşı ‘Umarım bu yazdığınızı herkes okur’ diye gönderilen yorumu. “Osman Karataş'ın ne demek istediği çok açık, hâlâ tehlikenin farkında olmayanlara, gücümüz yettiğince bu tür yazıları ulaştırabilsek diyorum” not ekleyip iletmiş.
İŞTE “O” YORUM: “Osman Karataş, 13/ARA/2007 10 36” (*)
“Sayın Altaylı; Yazınızı okudum. Pek memnun olmadım.
Nasıl ki bizler sizin gibilere yıllardır katlandıysak, bundan sonra da sizler bizlere katlanmak durumundasınız. Çünkü dümen bize geçti. Hazmedeceksiniz, sindireceksiniz. Başka çareniz yok. Bükemediğiniz bileği öpmek zorunda ve durumunda kalacaksınız…
Hükümet biziz!… Cumhurbaşkanı da biziz!... YOK olan YÖK’de bizim!..
Savcı da biziz!... Hâkim de biziz!... Medya da bizim!...
Çok yakında Genelkurmay da biz olacağız!..
Sizler fazla düşünmeyin, bırakın kendinizi bize…..”
Fatih Altaylı’nın “CEVABİ MESAJ VE NOT’U”:
“Fatih Altaylı – 13/ARA/2007 11.50 ::: İtirafınız için çok teşekkür ederim. Siz, her kimseniz ve bizi her kim olarak görüyorsanız!.. Umarım bu yazdığınız yorumu herkes okur..”
(*) Kimden: Enis Akdağ (enisakdag@yahoo.com.tr) adına afyonkocatepehaber@yahoogroups.com Kime: Mustafa Nevruz Sınacı (gercek.demokrat@hotmail.com) Gönderme tarihi: 03/04/2010 Cumartesi 13:41
NETİCE; “yorumsuz!..” yorum ve açılımlar “hapı yutmadan” evvel yapılacaktır.
SİVİL ANAYASA PARANOYASI
Mustafa Nevruz SINACI
27 Mayıs isyanı ve başkaldırısının ardında yatan esas neden: 1924 Anayasasına karşı beslenen içten öfke, derin kin, amansız direnç, dışlanma korkusu ve acımasız kin’dir…
Bu nedenle malum ve menfur kalkışma kanlı, kirli ve kinli oldu!..
Kin “insan hakları, adalet ahlâkı, hukuk ve demokrasiye” karşıdır.
37 yıl memleketin huzur, sükun, güven ve istikrarla sürdürülen yönetimi çok hain bir kırılmayla sekteye uğratıldı. Cumhuriyet tarihinin ilk ve en kanlı darbesi “ilk hedef” olarak; Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve Kurucu Meclisin Anayasasını ilgayı, yok etmeyi seçti. Peki neden? Neydi 1924 Anayasası? Niçin böyle büyük bir öfkeye hedef oldu?
Bakalım: “20 Nisan 1924'te yürürlüğe giren 1924 Anayasası bazı önemli değişiklikle (6 İlke’nin eklenmesi, devletin dininin İslam olduğuna dair ibarenin kaldırılması ve kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkının verilmesi gibi) 1961'e (27 Mayıs 1960) dek yürürlükte kalmıştır. 01 Ekim 1945'te içeriği (manâ ve muhtevası) değiştirilmeden, dili Türkçeleştirilerek yeniden kabul edilmiş olup; 1960 kalkışmasının ardından ilga ile yürürlükten kaldırılmıştır.
ANALİZ: TBMM'nin 1921 tarihli ilk anayasası sadece 3 yıl yürürlükte kalabildi.
Kısa sürede gelişmelerin gerisinde kalmıştı, önemli eksiklikleri vardı, yetersizdi.
Cumhuriyetin ilânı ile birlikte Gazi Mareşal Mustafa Kemal’in önerileri ve Kurucu Meclis’in tasvip etmesiyle “Bütünüyle bir yeni anayasa hazırlıklarına girişildi.” Bütün unsur ve kesimlerin görüşü alındı. Dünya anayasaları ve anayasa yerine kaim (manga carta vs) bilgi ve belgeler incelendi. Büyük bir inceleme, araştırma, karşılaştırma, değerlendirme ve “milli miyar”, binlerce yıllık birikim ve gelenekler ölçeğinde, 1924 yılı başında taslak tamamlandı.
Cumhuriyet döneminin anayasası, 20 Nisan 1924'te TBMM'de büyük bir çoğunlukla kabul edildi. Yeni anayasa, cumhuriyet rejimi içinde güçler birliği esasına dayandırıldı. 105 maddeden oluşmuştu. 1924 Anayasası, Türk siyasî yaşamının gelişmesinde önemli rol oynadı.
Siyasî partilerin kurulmasına ve dolayısıyla demokrasiye açıktı. Klasik hak ve özgürlüklere yer veriyordu. Ayrıca, ekonomik ve sosyal haklara ilişkin ayrıntılar Anayasa’da bulunmuyor, buna mukabil, egemenliğin sadece TBMM tarafından kullanılması bağlamında TBMM'nin güvencesi altına alınıyordu.
Millet iradesinin, devlet idaresindeki mutlak hâkimiyet ve tartışılmaz üstünlüğü, tıpkı 1921 Anayasasında olduğu gibi sarsılmaz bir durumdaydı. Yasaların, Anayasaya aykırılığını önleyecek ve denetleyecek mekanizma; Türk Milleti adına TBMM idi.
1928, 1934 ve 1937 yıllarında yapılan değişikliklerle 1924 Anayasası’na başka bazı temel ilkeler getirildi. 10 Nisan 1928 değişikliği ile devlete, bütünüyle bu günkü uygulama, anlam ve kavramı dışında “bütün dindarlar, dinler, cemaat ve din çevrelerini” rahatlatan laik bir karakter verdi. 05 Aralık 1934 tarihli değişiklikle, kadınlara seçme ve seçilme hakkı tam olarak tanındı. 5 Şubat 1937 değişikliği ise, devletin "cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılâpçı" nitelikleri belirlendi.
BAZI NİTELİKLER VE ÖZELLİKLER:
Kanunu Esasiye 20 Nisan 1924 tarih ve 491 sayılı yasayla kabul edildi.
1924 Anayasası, Kurtuluş Savaşı ve 1921 Anayasasının temel ilkelerini benimser ve kuruluş azmi, irade ve heyecanını sürdürür; Milli devlet ve milli egemenlik yine temel ilkedir. Kuvvetler birliği sistemi, esas olarak devam eder; ancak yürütme organına daha net bir kişilik kazandırılır. Şartlar yürütmeye, eskisine oranla daha geniş bir serbestlik alanı verilmesini gerekli kılmıştır. 1924 Anayasası, 1876 Kanûn-u Esasîsi’ni ve 1921 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu’nu açıkça yürürlükten kaldırır (madde 104). Böylece, 1921 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu döneminde yaşanan “ikili anayasa düzen” sonlandırılmıştır. Anayasanın üstünlüğü ilkesi, 1924 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu’nun 103’üncü maddesinde açıkça ilân edilmiş olmakla “Teşkilât-ı Esasîye Kanunu’nun hiçbir maddesi, hiçbir sebep ve bahane ile ihmal ve tatil olunamaz” hükmü; 1924 anayasasının ne denli müstakar ve kavi/sağlam olduğunun ispatıdır.
ANAYASA FANATİZMİ
Mustafa Nevruz SINACI
Son elli yıl içinde Anayasa konusunda yaşanan istikrarsızlık, itaatsizlik ve kararsızlık, cidden kaygı verici; Türk milletinin “milli hedef ve ideali” olan “muasır medeniyete ulaşma ve seviyeyi de aşma” düşüncesini zaafa uğratmaktadır. Dolayısıyla 1961 dâhil olmak üzere; anayasa üzerinde sürekli tadilat, tamirat ve tahkimat yapılması ülkemize zarar vermiştir.
Bu konuda bir yazar “anayasa yobazlığı” söylemini kullanıyor.
Ele aldığı ve işlediği argüman aynı.
Prof. Mümtaz Soysal’ın da “Anayasa’lar” ile ilgili bir mütalâası var!..
12 Mart 1971 muhtırasının ardından 1961 Anayasası’yla getirilen bazı özgürlüklerin budanması üzerine, “Anayasanın Anlamı” isimli kir kitap yazan Mümtaz Soysal; kitabında Türkiye’nin on yıllık değişimini şöyle yorumlamış:
“1961’de anayasa yoluyla toplum değiştirmenin, toplumda istenen dengeleri anayasa yoluyla kurmanın mümkün olduğu sanılmış, 1971’de de, tam tersine, toplumda hiçbir şeyin değişmemesini, toplumun yeni burjuvazice istenen yerde durmasını sağlamak için anayasa değişikliklerine başvurulmuştur.
Nasıl, 1961’den sonraki on yıllık dönem toplum yapısını, ‘anayasa mühendisliği’ yoluyla değiştirmenin olanaksızlığını göstermişse, 1973 sonrası da tutucularca Anayasa’yı değiştirirken girişilen ‘statik hesapları’nın toplum dinamiği karşısında çöküşünü gösterecektir.
Anayasayı anlamak ve anayasanın anlamını sezmek demek, onun kurallarında ve kurumlarında yalnızca yerleşik düzenin ve durgunluğun sınırlarını görmek demek değildir.
Anayasayı anlamak, onu bütün ileriye doğru sıçrayışların tek başlangıç noktası saymak anlamına da gelmez. Bundan sonra, anayasaya daha ölçülü bir anlam vermek ve her iki yönde de bir çeşit, ‘anayasa yobazlığı’ndan kaçınmak gerekiyor. Anayasayı her türlü kutsallıktan sıyırıp geçmişten geleceğe doğru gidişin belli bir noktasında oluşturulmuş bir kurallar bütünü olarak görmek daha doğru. 27 Mayıs 1960 sonrasındaki yaklaşımdan artık ayrılmak ve anayasanın üzerine kaldıramayacağı yükleri koymaktan kaçınmak gerekiyor.”
Cumhuriyet tarihinin ilk kalkışması 27 Mayıs ve müteakiben onar yıl arayla yaşadığı darbe süreçleri, 1961 Anayasası üzerinde yapılan 1971 ve 1973 değişikliklerini de sağlıklı, kalıcı ve uzun ömürlü kılmadı. Bazı sözde hukukçular tarafından “adalet ahlâkı ve hukuk biliminin ebedi utancı” olacak bir biçim ve yaklaşımla “meşruiyet fetvası” verilen 1960 darbesi ve 1961 anayasası ülkemize huzur ve barış getirmedi. Tam tersine anarşi, kargaşa, hırsızlık, yolsuzluk ve milletin iliklerine kadar işleyen bir yozlaşma ve çürüme nedeni oldu.
12 Eylül 1980 darbesiyle 1961 Anayasası tarihin çöplüğüne atıldı.
Özgürlüklere tepki olarak, 1982 Anayasası uygulamaya konuldu.
Otuz yıl sonra Anayasa’nın 60’a yakın maddesi değiştikten sonra bile, 23 maddelik yeni paket nedeniyle “kıyamet kopuyor!” Parlamentonun 1982 Anayasası üzerindeki tasarrufu, “yargı bağımsızlığı” üzerinden önlenmeye çalışılıyor. Anayasa bir kez daha, “kutsal metin” haline getiriliyor. Mümtaz Soysal’ın kırk yıl önce yakındığı “anayasa yobazlığı” 2010 Türkiye’sinde karşımıza çıkıyor.
Prof. Soysal’ın dikkat çektiği “tutuculuk” 1960-70’li yıllarda muhafazakâr sağ partilerden kaynaklanırdı. Bugünkü CHP ve MHP’nin, 1980 öncesi AP’si gibi, daha sivil, özgürlükçü, demokratik bir anayasa önermesinde bulunmak yerine “düzenin ileri karakolu” gibi hareket ederek mevcut sistemi savunmalarını anlamak kolay değildir.
AKP’yi “reformist” kılan da muhalefetin bu tutumudur. Muhalefet, anayasa değişikliğini, Silahlı Kuvvetlerden sonra yargının da kuşatılması, “son kale”nin de düşmesi şeklinde sununca, AKP’nin bir “sivil anayasa” projesi olarak hayli eksik ve fazlasıyla eleştirilebilecek değişiklik paketi de abartılıyor. İngiltere’nin yazılı anayasası bile yok! Ecevit'in insanca ve hakça bir düzene yönelik dönüşümünü ak parti'ye bırakan genelde bu beceriksiz muhalefet, özelde CHP'dir!.. …///…
5 Nisan 2010 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder